17 Mart 2008 Pazartesi

içimden yaşayan kişisel gerişim(!) uzmanı

bu yazıyı okumaya başlayan biri varsa bi yerde ilk cümlenin sonunda nokta yerine çığlık koyduğumu farkedecektir
Yorgunluklarımı üstüste koyarak cehennemin en üst katına ulaşacağıma olan inancımı biledim an itibariyle. Ani kızgınlığıma yenilip ağladım üstüne bir de - ki bu eylemim henüz bitmedi - jewel diyor ki dizlerimin üzerine çöküp dua edeceğim, kurtarmaz demek istiyorum kendisine burdan, nanik sana jewel :)

Çantalarımı huzurla topladıktan sonra evden çıkarken uyandırmaya kıyamadığım için öpemediğim bir sevgilinin hayali bile yüzümde bir tebessüme yol açmazken nasıl sağlıklı düşünebilirim ki... jewel beynimi bulandırıyor :)

size neler anlatırdım biraz ben kalmış olsaydı içimde...ama şu aralar kendimi nota sanmaya ihtiyacım var. Ahenkli acı çekerim ne yalan söylemeli, en azından bir kompozitör requiem yazardı şu kırmızı burnum için :) ama gülerek dinlerdim ben kesin burnum ve burnumun temsil ettiği eylem için bestelenmiş bu requiemi....

gerçek şu ki ı feel that there are gaps but the harder ı try to fill them the bigger the gaps get....ama sorun yok ı'm used to feel and fill them...ben de back to back konaklar bu boşluklar :)

iyi geldi şu saatte bu kadar saçmalamak (bu cümleyi de içimde yıllardır tuttuğum bir soluğu dışarı vererek noktalıyorum yine nokta koymadan)

öperim...
selo

14 Mart 2008 Cuma

aynaya bakınca - hemde arkana/ aynaya bakmadan

bakmaya cesaret edebileceğim uzaklara çevirdim gözlerimi, sözlerimi ulaşacağını bildiğim bir zihne yönlendirdim.aynada baktım yakınıma uzağıma. hepsi ışıkla büyüyüp küçülen göz bebeğimin içinde ikamet eder. kendimi, sözlerimi, gözlerimi, özlerimi yeniledim bu sabah. geçmişle gelecek arasında ne fark var ki dedim... hepsi zamanının şimdisi değilmidir en nihayetinde. iyisi de kötüsü de benimdir diyerek sarıldığım eylemlerimden pişmanlık mı duyacağım şimdi. zamanının şimdisine, kendime ihanet mi edeceğim. affetmeyeceğim yaptıklarım için kendimi, özür dilenecek şeyler değildi çünkü hiç biri şüphesiz. kendi yaptıklarım için kendimle gurur duyma yaşına yaklaşıyorum. e kolay değil geleceğe merdiven dayadık bir kere. meyve gibi çürük ama olgun durmasını öğrenmek, daldan düşmeden sürdürmek lazım nefes almayı... a harfi kullanmadan cümle kurmaya çalışmaları bırakmalı artık. bol bol sesli harflerle bezemeli bu olgun meyveden mürekkep ağacı.

(öylesine yazılan satırların anlamını keşfediyor insan yıllar sonra dönüp gülerek okuyunca, bunu da kimbilir ne zaman tekrar okumak üzere web 2.0 'a emanet ediyorum...)

sevgilerimle...

selo

20 Şubat 2008 Çarşamba

Confusion that leads to confessions.

The days pass by, me staring...
The way you look and me blushing
We being parted that annoys me yes that annoys a lot
Wish we can make it, yes that is the wish of my heart
I broke your one precious heart
and begging here for you to not break mine
can you be that generous to forgive me
can you love me the way that ı am for the one that ı am...

my heart is confused
my mind is chained by the toughts of your smile
this confusion that leads to my confessions
this confusion that leads to my confessions

The biggest lie ı ever told to be ı don't love you
the biggest pain ı ever experienced when you believed

please be that generous to forgive me
please love me the way ı am
for the one that ı am
as I am the one that find the deep peaces in your eyes..
as I am the one smiles with a thought of you...
as I am the one that you loved once
as I am scared to death
Scared to death of making mistakes...

...fsa...




9 Ocak 2008 Çarşamba

Love & Marriage - an institute you can't disparage



Tarihler'den 5 Ocak 2008...Saatlerimiz sabahın 9'unu göstermekte...
10 yıldır hazırlığı süren bir düğüne gidilecek akşam. Ablam evleniyor.

Düğün hazırlığı 10 yıl sürer mi dememek lazım... Esasında düğün hazırlığı en az 5 yıl sürmeli bence zaten...O insanı bulmak, o insanı sevmek, o insanı tanıyıp, farklılıklarınızı sevmek, benzerliklerinizin keyfini çıkartmak bunlar iki üç güne sığdırılamayacak şeyler...Zaten 10 yıl sonunda keşfedecek şeylerin bitmediğine eminseniz siz evlenin başka yapacak bir şey kalmamış zaten :) İşte 10 yıl süren hazırlık böyle bir hazırlık. Birbirlerine hazırlanmakla geçti 10 yılları bana sorarsanız...Sonra anne ve babanın hazırlığı var bir de...Aileye damadın girmesi sürecini bünyeye "mikrop" sokmak gibi düşünebilirsiniz, çok zor değil. Bünye mikrobu kabullenene kadar debelenir, bitap düşer ama sonunda mikrobu kabullenir:) Bizim damat içinde böyleydi durum. (AVC- avant connaissance) ve TS (APC - apres connaissance) diye ayırabiliriz bu süreci...Tanışma Öncesi / Tanışma Sonrası yani... Tanışma öncesinde mikroba yönelik ön yargılar, TS dönemde hatırladıkça yüz kızartan pişmanlıklara sebebiyet verir bu süreçte genelde. Tabiki bu mikrop da - bizim durumumuzda damat - TS dönemde bünyeye hemen kabul edilmiş tabiri caiz ise şayet, pek de sevilmiştir.

Bu 10 yıllık hazırlık sürecinin detaylarını öğrenmek için damattan bir sunum hazırlamasını rica edeceğim, bize ilişki dinamikleri ve piyasa koşullarının bu dinamiklere etkisi üzerine bir sunum yaparsa bu detayları da sizinle paylaşırım. Ama sunum ve yazılı açıklama izinleri gelene kadar tüm bu 10 yıl ikili arasında bir sır olarak kalacak. Bizler şahit olduklarımızın ne güzel olduklarının düşünüp mutlu olacağız =)

5 Ocak sabahına geri dönelim... Ufak tefek işler vardı ve gelinin bir iki isteği oldu...Eve döndüm sonra. Temiz pak çıktık evden. Önden gelin hanım gittiii...Ardından anne, baba, ben ve - herhalde- ne cins bir aile düşüncesini her diyaloğumuzla daha çok pekiştiren taksi şöförü, Beylerbeyi "mevkıııııığinde" bulunan Bosphorus Palace'a vasıl olduk. Ama gelin henüz olay mahaline teşrif buyurmamıştııı... Bizde 25 nolu odaya çıktık. Boğazın puslu sisli görünümünün ardında kendimizi aradık bir süre...
Annem bosphorus daha osmanlı zamanında bir yalıyken bu konakta olup biteni hayale daldı,bir ara işi "burada kesin beylerbeyi sarayında oturanların bir akrabası tanıdığı falan oturdu" noktasına kadar getirdi, beni benden alan yorumlarda bulundu... Babam, sürecin en sonunda bu korktuğu noktaya varmış olmasından şaşkın, anlamsız mimik ve hareketlere gark olmuş şekilde rakı içti sonra evimizin mustafası ile çıkıp daha anlamsız ve duygu seli bir hareketle gidip kendine yeni bir çift ayakkabı aldı, kızı öyle istedi diye... Ben de boş geyiklerle annemi canından bezdirdim diyebilirim - Bi hayal kurdurmadım
kadınaa aaaa >:o

Derken gelin hanım geldiler.. Masalara yerleştirdiler konuklarını kağıt üzerinde. Sonra geldi anne hatundan yemek tarifleri aldı. Biz de bu yemekleri gerçekten yapacak mı acaba yoksa aldığı kırtasiye malzemesi yeni diye ders çalışan çocuk modunda defteri mi dolduruyor diye biraz düşündük, ona belli etmedik tabi :)
Öyle böyle saat 16.00 oldu. Sevigli Ünal Bey ve ekibi, "haydi kızlar bakıma" borusunu çalarak birer birer tipimizi, saçımızı değiştirdi, bir yerlerde yalnızca kendisinin duyduğu senfoni orkestrası eşliğinde kafasını titrete titrete... Biz de mal mal o ne derse yaptık...

- Kafanı sola çevir!
- Aynaya bak! Aç gözünü! Kapa!
- Saçını öne al!
- Maşaaaa, maşaaaa!!!!!

Saat 18.30 olduğunda öncü ekip olarak baba giydirilip kuşandırıldı, misafirleri karşılamaya gönderildi, Ardından anne babanın yanındaki yerini aldı. Ardından ben indim, "ahı ehı çok teşekkürler ay kuzum pek şıksınız,ne şuşusunuz" dedim. Babibimi dedemi özlemişim onları izledim...Yakışıklı kuzenimle güldük eğlendik...Konuklar da böyle çigiyle çekilmiş gibi kız ve erkek tarafı davetlileri diye iki bölüme savruldular :) Neyse organizatör teyze gelipte bu gülleri gelinle damadın kafasına fıcıtın onlar beyaz halıda yürürken diiincee vaktin geldiğini anladımmmm :) Gittim gelin ablama bakmaya. 25 numaralı odadan girmemle selenin gelinliğinde bir error çarptı gözümeeee... Error'ü yok etmek üzere rescue team -anne ve organizatör teyze - odaya girdi. Gelin'i kurtardı...Bende daha büyük bir felaketi önlemiş olabilirim, geleceğe yön verdim diye bir gururlandım :)

O güzel an geldiğinde biz "gül fıcıtıcıları" yerimize yerleşmiştik ve konuklarda yaklaştılar platforma doğru...Caruso çalmaya başladığında takip ışıkları gelin ve damadı yakaladı.Merdivenden inene kadar takip etti onları:) Merdivenden inip beyaz halıya geldiklerinde gül fıcıtıcıları olarak bizler başlarından aşağı gazino sanki şarkıcılarıymışçasına gelinle damadın kafasına gül fıcıttık :) Güzel göründü şüphesizzzz:) Kalabalığın içinden koşarak bir gelin buketi geldi sonra geline(hahahahahah-bir de çiçekçi getirmeyi unutursa diyorduk, gelin teslim edilen çiçeği eline almayı unuttu.)

Kürsü etrafında toplaşan gelin-damat-dört şahit ve bir nikah memuru(tabii bir de arkada zırıl zırıl ağlayan babam) büyük alkış topladı. Dünyanın en anlamsız sorusuna verilen en anlamlı cevapları, damat 1.000.000$'lık anlaşmayı imzalar gibi, gelin de "t" harf telaffuzunda bir sorunu varmış gibi verdi. Herkes çok mutlu tabii, gelin prenses gibi güzel...Arkamda babam fışşşş fışşş burnunu çekip ağlıyor. Ben deniz an itibariyle ev yerleşimi yapmaya başlamışım kafamda :)

Açıkçası düğünlerin gelin ve damat için yapılmadığını anladım bu düğün sonunda...Nasıl indiler ne oldu, hep birlikte dvd'den izleyip öğreneceğiz.

Herkes gittikten, bizbize kaldıktan sonra, gerçek düğün başladı. Ailece eğlendik. Bu süreçte yaptığı komiklikleri malzeme yapacağımı düşünerek tribünlere oynayan damatla ilgili burada hiç bir not düşmeyeceğim :) Sadece kendisini medeni cesaretinden dolayı tebrik ve takdir ediyorum...(bir rivayete göre her hafta sonu "stand-up and present this wedding" adında bir gösteri yapacakmış bosphorus palace'da)

sevgiler
selo

3 Ocak 2008 Perşembe

Ice Cold Beer Sold Here

I was driving my car
Recklessly down the road,
Thinking about all the shit we used to share...
From the night we shivered in the garden
To that Sunday we talked about Macy Gray.
Then I saw the neon sign saying "Ice Cold Beer Sold Here"

So I slow down the car and turn left
My toughts scatter with the harsh brake
I feel my veins are hunger for a glass of beer
So I stop the engine under the neon sign saying "Ice Cold Beer Sold Here"

The place was dark and the music was blue...
My face was in agony - you know of course just because of you
I cleared my throat and shout out loud
Hey, does the neon sign tells us the truth???

That sound of mine lingered in the air
Became a wave and suspended in my ear
"Yes" said the barmen with an irritating manner
"Ice Cold Beer is Sold Here"

I ordered one and started to wait
The eyes were on me which made me sweat
Just fuck my luck that brought me here
while all I want is a glass of ıce cold beer..

I had my drink hastily and left the place
Drove the car fast so that I can remove my make up and watch Amazing Grace...

Never visited that place ever since that night
Keeping the horrible stares in my mind...
Now I'm happy with my Belvedere bottle,
As it makes me sleep before I and the thought of you battle.

:):):)

Written by - fsa -



17 Aralık 2007 Pazartesi

hayrettin ve ali osman :)

Cuma akşamı, soğuk bir hava ve heyecanlı bir selooo... dünyanın kendi adıma en ilginç deneyimlerinden birini yaşamak üzere çok sevdiğim canımla buluşup metroya biniyoruz. istikamet profesyonel hayatımın ilk toplantısını gerçekleştirdiğim Ali Sami Yen stadyumu, etkinlik gs - sivas maçı... stada yaklaşırken havai fişek gösterilerine tanık oluyoruz. dere tepe düz gidip kapalı girişinde süregelen karmaşanın bir parçası oluyoruz. kalabalık nefes verdikçe ortalığı kesif bir rakı-bira vb. kokusu kaplıyor, esat'ın (galatasaraylı, rakı sever bir arkadaşımdır) kulaklarını çınlatıyorum=) Harala gürele içeri giriyoruz birşekilde. Ayakta durulası boş bir yer de buluyoruz kendimize ve düdük çalıyor. Rehberim konuyla ilgili engin deneyimlere sahip. bana tribün geleneklerini anlatıyor. Bana anlattıklarını dinlerken bir yandan da rehberimi izliyorum dikkatlice, seviyorum kendisini =) Sonra arkamızda "hayrettin-sevici" olduğunu düşündüğüm bir manyak zat, hayrettin isimli biçare futbolcunun hatrını sormaya başlıyor...hayrettin kangal köpeği, hayrettin'in annesi kötü kadın... hayrettin sevicinin varlığını inkar edip maça dönüyorum...korkunç bir galatasaray sahada, tek kale oynuyor nerdeyse ama gol atamıyor falan, onlar kaçırdıkça kalabalık kızıyor. derken ilk yarı, sivas oyuncularının kendini yere ata ata bir hal olması sonucu 5 dakika uzatmalı olarak, golsüz son buluyor. İkinci yarı kendime yeni bir uğraş buluyorum....HAKAN....kendisi olsa olsa 8 yaşında bir küçük bey. tahminimce benim gibi ilk maç deneyimi=) . soğukta üşümesin diye bere, eldiven, mont, kapşon, kadife pantolon, yün çorap, vb. sıcak tutacağı düşünülen herşeyi hakan'a giydirmiş annesi, babayı tembihlemiş "çocuklara dikkat et". bir ara bir baktım hakan'ın gözleri görünmüyor bere önüne düşmüş,sesini de çıkarmıyor garibim, baba o kadar kaptırmış ki maça...hakan'ın beresini düzelttim, şöyle yüksek bir yer aradım onu çıkartacak ama bulamadım...bu arada kaçırılan her gol benimde sinirimi bozmaya başladı. beklenen goller ikinci yarının son 15 dakikasında peşpeşe geldi. kalabalık hakan'ı ve beni deviriyordu nerdeyse:) neyse galip olarak ayrıldığımız sahadan çıkarken artık açlığımız da kendini hatırlatır olmuştu. Bambi'ye yapılan ziyaretin ardından haydi film izlemeye gidelim dedik...




KABADAYI
Gece 00.30 seansı olmasına rağmen ağzına kadar dolu sinema... En arkalarda köşe diye kimsenin almadığı bir yer bulduğumuz için mutluyuz:) Yerlerimize kuruluyoruz. Ve Fida film'in o sinir bozucu ama bir o kadar da beni huzura gark eden müziği ile iyice sinema havama giriyorum. Dönüp yanımdaki çocuğa bakıyorum sinema perdesinden yansıyan ışık yüzünü aydınlatmış bir süre bakıyorum öyle, içimi kaplayan huzurun kat be kat arttığını hissediyorum...Mutluyum işte... Ve film başlıyor...Karakterler süper, benim favorilerimse, tabiki Ali Osman rolündeki Şener Şen, Karaca rolündeki Aslı Tandoğan ve Sürmeli rolündeki Rasim Öztekin... İsmail Hacıoğlu'na nedendir bilemediğim bir uyuz olma halim var, bu filmde de sevemedim işte.


Filmin müziklerini, daha önce “Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi ( Passion of Christ )”, “The Island (Ada)”, “The Recruit (Çaylak)” gibi ünlü filmlerin müziklerinde imzası olan besteci / müzisyen Benjamin Walken Beladi hazırlamış. Dikkati çekiyor...


Puzo'nun Baba'sındaki Don Carleone erdemlerine sahip bizim türk kabadayı ali osman. kötü karakterimizi devran ismiyle kenan imirzalıoğlu canlandırıyor. Kendisi mafya ile çalışıp polisle işbirliği yapan köstebek rolünde... hikayeyi burda anlatmak yersiz, gidip izleyin tabii.


Öyle ya da böyle saat 03.00'e geldiğinde salonu boşaltan kalabalığın yürüyüşünde bir gariplik seziyorum...Sanki kapıdan her çıkan delikanlı artık birer ali osman olmuş, bir ağırlık, sol omuz üstünden uykulu bakışlarla partnerine yol vermeler=) Bizde çıktık canımla, ortak bir karara vararak..."iyi ki gelmişiz"...

14 Aralık 2007 Cuma


ofisimizdeki son günlerimiz...üzerinde nice gecelerin, gündüzlerin harcandığı etkinlikler, ne heyecanla hazırlanan sunumlar, yazışmalar unutuldukları yerden çıkartılıp, kolilerin içindeki yerlerini aldı bile. Hatta 2005 etkinlikleri dosyalarını, kendi aralarında ,yeni rafları nasıl merak ettiklerini konuşurken duydum :)

Masaları bir merak sardı, hele Egeme'in masasını sormayın gitsin. Ölürümde eşyalarımdan ayrılmam diyip duruyor, masanın altındaki davulun sesi kesildi, darbuka bir garipleşti. Faydalı motor melemez oldu. Belkıs'ın masasındaki toz Hot Chocolate yeni ofisi görebilecek miyim diye soruyor, kullanım tarihinin geçtiğini kabul edemiyordu zaten bir de bu geldi üstüne...

Şenay'ın masasının arkasındaki cd öbekleri de aynı merakı paylaşanlar arasında =) Nuray - ki kendisi mutfağımızın taçsız kraliçesi olur - çok mutlu yeni kocaman mutfağına kavuşacağı günleri bekliyor.


İlk iş yerim olarak içselleştirdiğim bu binadan ayrılmak üzüyor beni de, bahçesi, mutfağı her yeri ayrı bir eğlenceydi. Sokağının yazı, kışı, baharları kendine has renklere sahipti. Yeni binayı görmedim, eminim çok da güzel bir yer oldu. Ama buranın tadı, yazı, kışı özlenilecek şüphesiz... Dünya akıllısı Bono ve Changa'nın olmadığı bir çalışma ortamını tahmin etmesi şimdilik zor gözüküyor. Yeni ofisin kapılarında pati tıkırtıları arayacak kulaklarımız =) Dilimiz bir süre eski telefon numara ve adresini anacak ister istemez. Ayhh pardon diyip baştan alacağız konuşmayı =)


Kısacası aklımızdan çıkartamayacağız Zambak 13 ve 15 numarayı....



9 Aralık 2007 Pazar

Siyah Süt - Elif Şafak


Elif Şafak'a hayranım...Son kitabı Siyah Süt'ü okuyunca bu hayranlığım kat be kat arttı. Evet bunu ben diyecektim dediğim her şeyi yazmış. Neden bu kadar korktuğumuzu, tüm şüpheleri her şeyi...Nietzche'nin bir sözüyle açılıyor kitap: "eğer bir kadın erkeksi özelliklere sahipse, ondan kaçmalı. Ama eğer bu tür özelliklere sahip değilse, bu sefer o kendinden kaçmalı" ...ve elif şafak'ın kadın - yazar - anne - insan oluşunun kendisinde yarattığı değişimleri anlattığı bölümlerle devam ediyor. Kitabı okurken onun yazdığı herşeyi sanki bizzat deneyimleyip yaşayan, benmişim gibi hissettim. Üstelik ne yazar, ne de anneyim...
Üstüme gün gelipte yüklenmesinden korktuğum bir sorumluluk kitapta bahsedilen. Benzer konular açıldığında "Sinik Entel Hanım"ınkilere benzer yorumlar getirdiğim bir konu. Aile olmak...aile içinde kadın olmak...aile içinde kadın olup aynı zamanda çalışmak...aile içinde çalışan kadın olup çocuk doğurmak...Bununla ilgili kaygılarımın bir ilişkimi bitirmesine tanıklık etmiştim zamanında. "beden" yerine "beyini" seçmiştim. Pişmanlık duyduğunuz her şeyin çok insani olduğunu kabul ediyorsunuz elif şafak'ın kitapları bitince...Bazı bölümlerini o kadar gülerek okudum ki etrafımdakiler deli olduğumu düşünmüştür kanımca.
Kitabın kapağını yerden 9100m yükseklikte türbülansta hoppidi hoppidi sallanırken ve gerginlikten kaskatı kesilmiş bir halde kapattım. Yine de içimdeki tarifsiz huzur garibime gitmedi. Hiç değilse dedim içimdeki kalabalıkla barışmayı öğrendim düşsemde gam yemem. Yanımdakine baktım birbirimize güldük...


8 Aralık 2007 Cumartesi

dear mr.

Dear Mr.
I'm writing you from a box. I manage to open a tiny little hole to the box... to the corner of it. It makes me happy to see that there is something outside this box, ı'm sure there is something because there is light. And as things passes a black shape blocks the light and the light comes into my box again. I don't know the date, it is highly possible that we are living in 21st century. How do ı know??? It's easy Mr. From my box I hear people breathing and typing...They use some sort of a typewriter...it is quieter but the sorrow of the people typing are more profound. I sense the anger even from here...

Mr. you must be wondering, and ı honestly respect your reasons for wondering, why I am writing to you. The reason why...? Firts of all I have my humble doubts about living in or out of this box. This box is in a room which is enlighted via flourescent lamps and the room is in a building which has a big and bold logo on the facade and the building is in a city which is screaming out that there is no place for even one more person and the city is in a country which is witnessing an unbearable ignorance era and the country is in a world which is suffering from consuming and that world is in a universe the truth of which nobody knows... SO as a person who is living IN the box I would like to ask you whether you recommend getting OUT or staying IN... I need some air and more light but on the other hand this place is some kind of fun for me. Do you think that the first box - in which I live - and the last step - the universe- are the same??? Can a box be a universe for someone??? I really can't decide Mr. and that bothers me....

So Mr. would you mind telling me about the OUT-SIDE??? What does OUT-SIDE looks like? Does it smell as this dusty little box? Or are there beatiful scents bearing the freshness of open minds...Or is it rotten as the people who puts me in this tiny box? - You know ı'm not sure whether it is them or me myself that puts me in this box tough...

I'm looking forward to hear from you.. Write me Mr... will you???
-selo-

sha - açıldı :)

İyi akşamlar...Hayalin merkezi sha'ya hoşglediniz...sha'da sadece gerçek hayalcilik yapılır. Doğru, güvenilir kaliteli hayalcilik anlayışımızla artık bu adrestyiz. Bunca yıldır içinizde tuttuğunuz her hayale hızlı erişim için sha'yı takip etmeye devam edin...


-selo hayal ajansı genel "yayın yayın rahatça yayın" kordinatörü-



selo