22 Aralık 2008 Pazartesi

dünyaya gelmek

geride bıraktığımız cumartesi günü dünya tarihine pek de yön vermemekle beraber, doğumgünümdü...benim doğum günü heyecanım annemin doğum sancıları ile benzerlik gösterir. Nasıl mı? Hemen anlatayım. Annemler 19 Aralık gecesi bir arkadaş ziyaretine gittiklerinde geceyi benim doğumumla noktalayacaklarını bilmiyorlardı. Ama sıklaşan sancılar şahsım adına bir devrin kapanışının yaklaştığının habercisiydi. Ben de 19 Aralık 2008 Cuma gecesi, içimde hep bir sancı hissettim, bir gün sonrasının nasıl geçeceğini planladım. geride kalan bir yaşa şöyle bir baktım. Gördüğüm şeyler sevindiriciydi... Hücrelerime kadar mutlu olduğumu hissettim. Heyecanlı sancı da ordaydı tabi...

Arkadaşının getirdiği her şeyi yiyen annem sancının yemek yemekten mi yoksa benim içerde sıkılmaya başlamamdan mı olduğunu kestiremez halde eve döndü. Ama o gece onları uyutmaya hiç niyetim yoktu. Haydiiiiii dememle beraber annemler çantalarını hazırlayıp gecenin bir vakti, soğuk bir Ankara'da Güven Hastanesinin yolunu tuttular.... Doğuma daha 3 saat vardı...


20 Aralık 2008 tarihinde sabah olduğunda çoktan doğmuştum. Ama herkesin iş saatine uyması için hep akşam saatlerinde kutlanan doğumgünlerinden biriydi benimkide, ve sanki henüz doğum olmamış, dünyaya gelmemiş gibiydim gün içinde, heyecanlı, mutlu, plesentasının içinde doğumu bekleyen bir bebek gibiii... Bu şekilde işe gidip 3'e kadar çalıştıktan sonra, dünyaya geldiğimde benimle olmayan saçlarımı bir şekle sokmak üzere kuaföre gittim, bu gün onlarında doğduğu bir gündü ne de olsa ve iyi gözükmek onlarında hakkıydı... Eve döndüğümde pek de istediğim gibi olmayan kendi doğum günü pastamı yaptım... Şarabımı açtııım ve tadını çıkardım...


23 yıl önce 20 Aralıkta saatler 18.30'u gösterdiğinde annem taburcu olmaya hazırlanıyordu... Dışarda deli gibi kar vardı... Ve kapıdan çıktığında, hep ayaklarımın altında serili olmasını dileyeceği kıpkırmızı bir halı, karda kaymasın diye onu bekliyordu...

Şişenin sonlarına yaklaşmış gelmesini beklediğim misafirlerimin nerede kaldığını merak ediyordum ki kuzenlerim aradı... Dünyanın sayılı süper kardeşlerinden olan kuzenlerim, ellerinde hediyeleriyle eve geldiklerinde artık sevincim karnıma sığmaz haldeydi ve mutlu olduğum bu anı sürekli doğurmak istedim... Olduğum, olmadığım, olamadığım her şeyi çok sevdiğimi hissettiğim saniyelerden birini geride bırakıp heyecanlı bir şekilde hediyelerimle ilgilenmeye başladım....

Zil tekrar çaldığında artık doğduğumu ve büyüdüğümü biliyordum. iş arkadaşlığından öte bir paylaşımla sevdiğim, hayatıma nüfuz eden "bikgiller"in bir kısmı gelmiştiii. Ellerinde yemekten ölünesi materyalleriyleeee....

Güldüm, çok güldüm... Bir süre sonra sesler plesentanın içindeki gibi derinden ağır kahkahalar halinde gelmeye başlamıştı. Hayatımı üçüncü bir göz olarak izlediğimi zannettiğim yani alkol derecesinin beynimi yormaya başladığı o dakikalara girmiştimmm... Herkesi tek tek izledim...

Evden çıkıp bir ayrı sancı olan beyoğlu'na gittiğimizi tahmin edebilirsiniz belki...

"bu gün çok yorulmuşsan,her yerde arayıp bir türlü bulamamışsan,o seni unutmuş sen unutamamışsan,kalbinin kuşu uçmuş sen tutamamışsan: haydi gel, gel içelim, derdini alda gel haydi gel içelim bu evrende bir tozsun tarih seni unutsun, haydi gel içelim" diyen adamı ve ona eşlik eden sesleri dinledim. "haydi gel içelim...yerlere düşelim..."

Adamın benle konuştuğunu zannedecek kadar iddialı bir aralıktaydım. Ben de haydi madem dedim... haydi geldim ben içelim...mantıksız cevaplar veriyorum bazen ne diyebilirm ki...


Sabah 4'e doğru eve geldim, az önce konuşuyor olduğum, haydi gel içelim diyen beyefendinin yerlere düşelim çağrısını da dikkate alıp bir kadehi daha bünyeme dahil ettikten sonra... hatırlamıyorum...

yatağa uzandım...

23 yıl önce bu saatlerde uykumda huzurlu bir ses çıkarttım. Henüz uyumamış, yattığı yerden beni duyan annem ayaklarını karnına doğru çekip huzurlu bir tebessümde bulundu... kendi imkanlarımı kullanarak dünyada olduğum ilk gündü....

yarınsa uzun bir iş günü beni bekliyordu...


special thanks to...SG, EÖ, BA, BE, BD, AD, HGİDA....:)

1 Aralık 2008 Pazartesi

19 Kasım 2008 Çarşamba

ve artık...

yanan son mumdu belki de, bir gün kapımı çalmana dair ümidim...
sonsuz bir karanlık yayılıyor karın boşluğumdan dünyama
çünkü değişiyor adresim...

hayal ettiğim vedaların hiçbirini yapamadık seninle
hoşça kalmanı diledim....hep diledim sen bilmedin

kumarı biraz sevseydin, bahse girseydik, her bahasi kazanmıştın
büyük sözlerimin hepsini yedim...

şimdi gerçekten gittiğimi,
şimdi gerçekten bittiğini biliyorum...
umuyordum eskiden, zamanı geldi sanki...
şimdi unutuyorum.

14 Kasım 2008 Cuma

...madım gitti....

yeni bir durum var ortada cereyan eden,
ah neyin yeni olduğunu bir anlayabilsem...
bu telaşınızın sebebi ne
bu gözlerinizdeki üzüntünün peki

eski bir tat var hüznünüzde tanıdık gelen
ah ne tadı olduğunu bir anımsayabilsem..
bu kırışıkların sebebi ne
bu saçınızdaki beyazların peki

korkutan bir ton var konuşmalarınızda,
ah ne dediğinizi bir duyabilsem...
bu diyaloğun sebebi ne
bu vücut dilsizliğinin peki

komik bir yanı var bu yeniliğin
ah neyin yeni olduğunu bir anlayabilsem
her şey hep olduğu gibi,
hep olduğu gibi olan yeniliğin kendisi mi?

senelerin kıymetini, gözlerinin söylemini...
bilemedim,
okuyamadım,
duyamadım,
sezemedim,
anlayamadım,
hatırlayamadım,
tadamadım,
öğrenemedim...

GİTTİ...

31 Ekim 2008 Cuma

tanık...

hayatta her gün nelere tanık olduğunuzu bir düşünmenizi istiyorum, 5 sn gözünüzü kapatıp düşünün, aklınıza gelen ilk şeyi bana yazın olmaz mı???
sabah uyandığınızda kendi kendinize tanıklık edin bir kere, saçınıza başınıza tanıklık edin ve gördüklerinizi kimseye söylemeyin. Trafikte kendini görünmez sanarak burnunu karıştıran şöföre tanıklık edin, annesi hızlı hızlı yürürken kolu çıkmak suretiyle endişeli - ağlamaklı - korkarak ama yine de sevgiyle annesine bakan, saçları attığı kontrolsüz adımlarla hop hop seken kız çocuğuna tanıklık edin. Arabada çıkan çift kavgalarına tanıklık edin. hayata tanıklık edin, yukarı yükselen dumanlara, gül satan kadının hırkasına iliştirdiği nazar boncuğuna, çirkinliğe - deliliğe - güzelliğe - kibire - mütevaziliğe tanıklık edin... kaldırımda karşı karşıya kaldığınız kişi ile bir sağa bir sola beraber kayıp bir sonuç elde edemeyişinize tanıklık edin. arabasında ne dinlediğini ve ne düşündüğünü bilmediğiniz kadının sizce anlamsız sırıtmasına tanıklık edin. Tanık olmaktan çekinmeyin....

ben son bir iki haftadır, bazı insanlar için çok olağan, bazı insanlar için çok özel sınıflandırılabilecek çok güzel şeylere tanıklık ettim....

muhteşem, görkemli bir binanın önünde, tüm aksiliklere rağmen, harika bir film galasının görece sorunsuz bitirilmesinin yüzlere yansıyan rahatlama hissi ifadesine tanıklık ettim. çok özel bir isimden çok özel teşekkürler almanın bir ekibi nasıl motive ve mutlu ettiğine tanıklık ettim. Gurur duyulası bir liderin kurduğu bir ülkede gurur duyulmayası bir zümrenin nasıl ve neden hayatta kalabildiğine duyduğum şaşkınlığa tanıklık ettim.Üretmenin yarattığı değere tanıklık ettim.

etkileyici olmasa da bir cumhuriyet balosuna tanıklık ettim. fişeklerin gökyüzünü rengarenk boyamasına tanıklık ettim.o anda yaşadığım mutluluğa tanıklık ettim, yaşanan iki yüzlülüğe ve iki başlılığa da , yönetimin avamlığına da...

umulanın aksine bir görünüşle alışılmışın içine girdiğinizde (29 ekim akşamı nişantaşı midpointe yolu düşenler anlayacaktır ne demek istediğimi) yüzlere yerleşen "delirmiş bunlar" ifadesine tanıklık edip çok eğlendim.

tanıklık edin... tanıklık ettiğiniz şeylerden keyif alın... kayif almıyorsanız da tanıklık etmekte fayda vardır ki ayrım yeteneğinizi keskinleştirir...

sevgiler...

fsa...

20 Ekim 2008 Pazartesi

bugün...

bugün 6.15 de uyandım...7.20'ye kadar bilinçli bir şekilde çıkmadım yatağımdan. Gerindimmmm gerindimmm, gitmek üzere yola çıkmak için 40 dakikam kaldığını farkedip kendimi sıcak suyun altına sokma gayretiyle yumuş yumuş yatağımdan çıktım. Aklımda hiç bir düşünce olmadığı düşüncesini düşünüp dururken bu anlamsız paradoxun beynimi sabahın bu saatinde neden yorduğunu düşündüm. sıcak su tenimi ısıttı. hafta sonu mahmurluğunu iki şampuanla temizledim kafamdan.
Duştan, sahneye çıkan super starlar edasıyla bir sis perdesi, bir buhar bulutu eşliğinde çıktım. Alternatif bir sahne kostümü olabileceğini düşündüğüm bornozumu sırtıma geçirdim ve saçımı da bir mihrace edasıyla havlunun içine kıstırıp odama giden uzun koridoru geçtim. Camı açıp dışarıyı bir kokladım. Üzerime bir şeyler geçirip saçımı kurutmaya gittim :) Saçımı kuruturken aslında bu gün ofise hiç gitmek istemediğimi farkettim. (Öykünün devamını şöyle getirmeyi çok isterdim: departman müdürümüzü aradım, ona sabahın bu saatinde ofise gelip hızlı ve sert adımlarının, derin ve gerekli gereksiz nefes alıp verişlerinin ben de yarattığı gerginliği yaşamak istemediğimi canım isterse kendisini yarın arayacağımı söyledim.) (hikaye bu yönde gelişse sonrasında kovulacağım gün gibi açık tabi ama biz bunu istemeyiz değil mi)
Neyse spor çantamı topladım, kitabımı aldım, taksiyi çağırdım, kapıyı kitledim ve çıktım evden. Manasız Pazartesilerimin en güzellerinden biri daha başlamıştı artık toplum bireyi olmuş çıkmıştım işte. Marka mesajlarına, taksicinin ter kokusuna, trafiğe, trafik ışıklarına, kırmızı ışıkta yanyana geldiğim arabadaki adamın ilk kez insan gördüm ben diyen bakışlarına maruz kalarak ofise ulaştım...
Yolda okumaya çalıştığım Masumiyet Müzesi isimli kitap o kadar sıkıcıydı ki sanki şehirler arası yolculuk yapıyor hissine kapıldım. Kitabın genel yapısı mıydı yoksa karaktersizlik abidesi baş kahramanı mı beni deli etti bilemiyorum şu an ama kitabı çantama kaldırdım tekrar. ve ofise giden bahçenin betonundan yürüye yürüye güzel ofisimize ulaştım...

İşte burdayımmm, günümün çoğunu içinde geçirdiğim bu ofiste masamın başındayım...Bu gün daha bitmedi diyorum kendi kendime bu gün dönüş yoluna geçtiğinde başlar. Buna inanmak ve buna göre yaşamak alışkanlığını kazandım. Şu an bu günü yaşamıyorum. Şu an yaşadığım şey "hergün"dür. Hergün saat 7 de biter. Bugün saat 7 de başlar....

fsa...

7 Ekim 2008 Salı

dreamer

in that calm house of freedom once lived a man called dreamer
on the white clouds he sit; on the blue skies he lived.
dreamer when u sing to me and u give shape to rain drops,
dreamer when u keep your silence and u shape the words.
in that calm house of freedom dreamer
u wrapped the live as it has never been hold
u said words that have never been told...

fsa...

9 Eylül 2008 Salı

Workin' with these people; namely...

burcu erkin : (big boss)working with her is like walking in the coast line with a badge on your eyes. One might never now, when it is shallow and safe or deep and dangerous. But it is always a pleasure to feel the water on your ankles...

belkıs arabacı: (border jr.) working with her is complicated as the budgets that we handle together and emotional as a soap opera... the way she makes fun of everything and her driving skills are worth an applause...Love your new hair sytle by the way, when is the next friends session???

senay gokpar:(betty boarder) an ultimate social bug... excessive experiment...big & bold blue eyes...sports fan and a great windsurf teacher... but a possiblity of a storm is always to consider if you are working with her. That storm u don't want to see guys I assure you!!!

egemen ozcan: (minyonların sevgilisi) if you love travelling by plane, you will adore travelling by plane with him sitting near you. Working with him is like visiting an amusement arcade. Sometimes tiring but always fun...Hope he'll find his inner peace someday somehow...

ezgi gürbüz:(silent beauty) she is the most complicated and interesting character I've ever seen. She is so calm ad silent that sometimes her smooth and silent approach to things freaks me out:) But she is the best and she is my little friend.Working with her one can feel having a strong partner which you can not see and seize.

burçin aksay: (hacııı) the less is more, burçin is a great guy with a big heart... He has been travelling ever since I get to know him. So I hope one day he'll settle down and I'll have more time to know him. But always keep in mind that when he says ı need some sleep be prepared to be dancing at a club in Bodrum with a beer on one hand. Thank you for the Bodrum trip.(special thanks to sg and eg =)



kerem kınal: (undefined guitar playing object - UGPO) kerem is like a nite club with a sign "warning: high volume may harm your ears" :) I assume that he was a famous bas in his former life. He always helps out, a good friend actually. I love playing the piano with him... Happy to see him back at the office after his long jourbey to ... everywhere :)


demet dağıstanlı: (demetriu) unknown , unpredictable, strong and self-determined. working with demet can not me meajured or compared to sth else.. you just experience and see...








23 Temmuz 2008 Çarşamba

masif

"tutki karnım acıktı...anneme küstüm"


çaresizliğin daha yalın bir anlatımı olamaz..

2 Temmuz 2008 Çarşamba

masa...

masif ahşap bir masayım ben. siz benim neler çektiğimi bilemezsiniz. Sizin dirsekleriniz benden destek alırken ben var gücümle iterim sizi üzerimden...kolunuzdaki çizgiler işte tam bu yüzden.

üzerime yığdığınız kalabalık nefes almamı engelliyor, o gün kenara bıraktığın defter kulağımın üzerinde duruyordu sen farkında değilsin. Bütün gün baktığın, üzerinde ellerini gezdirdiğin şey neyse ondan da çok şikayetçiyim. Yazın sıcağı yetmez gibi birde sıcak üflüyor alnıma alnıma...

aaah ah bir masayım işte masif ahşap bir masayım. yok mu sanırsın anlatacaklarım.
şu kalemliği seviyorum yıllardır. benden başka envayi çeşiti kucakladı görür gözlerim. ince ince kalemleri sarıp sarmalıyor. bakmıyor hantalım diye bana, oysa hayranı olduğu kalemler gibi sivri değilim sen bilirsin , ben bilirim ama o bilmez işte. Kendi metal kalbi metal..

Seviyorum ama her şeye rağmen durduğum yeri. hele şu kızcağız iyi niyetli şüphesiz. Bir kadın sesi verip duruyor kulağıma, kimdir bilmem ama kadın gülümse diyor... bense masif ahşap bir masayım...bir güzel ormandım eskiden....şimdi bir başına, masif bir masayım...

fsa'dan bir ZABIL*
---------------
* zabıl - (ofis eşyalarını konuşturarak yazılan mesajsız anlamsız yazılara edebiyatta verilen isimdir.)

24 Haziran 2008 Salı

25 hazirana girerken.. lets face something...

merhabalar efendim....

bendeniz, bu ajansın genel yayınyayınrahatçayayın müdürü selo...

efendim ankaradayım şu an, bir iş vesilesi ilen...kaldığım bir odada açtığım şu görmemekte olduğunuz televizyonda meryl streep'in başrol oyunculuğunu yaptığı bir sosyal sorumluluk projesi bir toplumsal bilinçlilik filmi oynuyor. efendim harlemde büyük çabalarla açılan ve küçük kemancılar yetiştiren program kapanır, ayakları üzerinde duran anne kızar, sonra destek dernek derken bu 50 mini mini kemancı Carnegie Hall'de ( http://www.carnegiehall.org/SiteCode/Intro.aspx) konser vermek üzere organize olur. Her izlediğimde merly streep'in carnegie hall ziyareti esnasında göz yaşlarına boğulduğum, konser anında ise peçeteleri burnuma teptiğim bir filmdir.... Şiddetle öneririm... Ama bu gecemi elli minik kemancıya değil, çok değerli iki insana ve bir kaç soru işaretine ayırdım...

Sizin dikkatinizi çekmediyse söylemek isterim bu gün 25 Haziran.. 20 dakikadır öyle en azından.
herşeyden öncesi en güzel kadının doğum günü 25 haziran.... herşeyin öncesine yerleştirince onu, herşeyi anlatmak yersiz aslına bakacak olursak... Seni seviyorum güzel kadın, canıma can veren...


25 haziran diğer bir önemli doğum gününe daha işaret ederki bu doğum gününün sahibi taze nişanlı bir ajan olur ve ajan olduğu için adını burda anmam doğru olmayacaktır. Kendisini çok sevdiğimi söylemek ve dünya tatlısı eşiyle güzel bir hayat paylaşmasını dilemek isterim... iyi ki varsın ajan34-06-35...

soru işaretleri ve cevaplarına gelmek anlamsız esasında şu noktadan sonra... hepsi beni gerçekten uzaklaştırıyor sadece... özüne bakınca gerçek o kadar açık ve önünde oluyor ki insanın.. gerçek iki parmağınızın ucunda... orta parmağınızı ve işaret parmağınızı birbirine bitiştirin, bileğinize koyun gerçeği orada hissedersiniz, kalbiniz atıyordur, dolaşım sisteminizin size verdiği mesaj işte budur. İşte gerçek orada yatar, hayat gerçektir...

bu yazı ciddye almadığım tek gerçeğe -hayata- atfen, gerçeğin kendisi -hayat- referans alınarak yazılmıştır...

enjoy it... if you can't evite it...

öpsün sizi selo...

17 Haziran 2008 Salı

demek istediğim şu ki...

demek istediğim şu ki...demek istediğim şeylerin hepsi sizlersiniz aslında...

köşede gülen adam, sen benim sokaklarda kalmış yarım ve şurda duran şapkalı bayan sizde chanel eteğiniz ve eldiveninizle içimde kalan imkanı olmayan 60'larım... Şurada ağlayan çocuk sen yalnız bayramlarım olmalısın. Ve sen sinsi bakışlı canavar, sen de nedenini bulamadığım önyargılarım....

ya telefonda konuşan şu genç, ilk aşkım gibi pespembe yanaklarıyla neler umut etmezki şimdi? Bilmez miyim açılmaksızın çalan telefonun kalpte yarattığı sancıyı ben...



Şu uzaklara dalmış camdan dışarıyı süzen kıza bakın, görmez misiniz doldurulamaz boşluklarını hayatımın. Ellerinde poşetleriyle yokuştan aşağı sallanarak inen kadın, evime kaç adım kaldı şurda, köşe başından çiçeklerini alıp evime gireceksin az sonra...


fsa...

5 Haziran 2008 Perşembe

Haziran demek...

yaz demek tabiki... kemiklere işleyen güneş demek:)
hafif bir serin esinti demek geceleri
gündüz buzlu bir limonata demek

babalar günü demek
annemin doğum günü demek
kuzenimin, ajanın,tülinin, şuşuların, jonun
ve illaki birilerinin doğum günü demek
sınav dönemi demek pek çok çocuk için
karpuz peynir demek
açık camdan içeri giren çiçek kokusu
ve böcek ilacı reklamlarının ekranlardaki yerini alması demek
keten elbise, hasır şapka demek

ve haziran demek benim için ...
ilk kez gördüğüm ve
son kez gördüğüm
içimdeki kör düğüm ve içimdeki kor düğüm demek...

f.s.a

11 Mayıs 2008 Pazar

kutsal ve kocaman yürekli güzel kadına...

yokluğunu düşünmek bile istemeyeceğim,
sevgisi içinden, yüreğinden, gözlerinden taşan,
elleri sevgiyle okşayıp, gözleri sabırla bakan,
dizleri pamuk, kucağı pamuk, saçları pamuk

dualarınla tutunup hayatın bir dalına,
verdiklerinin büyüklüğünü düşünüyorum kendi kendime
ve görüyorum ölçülmez tartılmaz değerlerini,
ve özlüyorum yağmur yağdığında
ve özlüyorum güneş açtığında
ve özlüyorum uyumadan...ve uyanıyorum yine...

varlığının verdiği huzurun karşılığında sana verebileceğim bir hediye yok
bu huzurun yanında bildiğim en büyük ölçüler unufak...
içinde yaşayıp yansıtmadığın korkuların kadar gereksiz tüm hediyeler
sen benim hediyemsin ben senin
çünkü biliyorum benim bedenim aslında senin
ve biliyorum ki ben düşsem, kanar senin tenin...

tanıdığım en kocaman yürekli kadına....

verdiği sonsuz sevgi için...

fsa


anneler gününüz kutlu olsun...

25 Nisan 2008 Cuma

j'aime

Une nuit j'ai aimé un homme. L'autre matin je me suis réveillé pour voir que ses soucis étaient plus grands que moi… J'ai dit: Si seulement il pourrait seulement être lui-même... Et rien plus que le sourire sur son visage...

13 Nisan 2008 Pazar

köşeli hikaye...

sigara kokuyor...ve bir yoğun iç bunaltıcı parfüm...bir anda orda olmaması gerektiğini anlar köşeli kadın...Kalbi köşeli, aklı köşeli, jetonu köşeli, kendi köşeli kadın...dünyaya fazladan geldiğini anlamak için kaç kere yaralanması gerek insanın? çok da uzun sürmeyen bir yolculuk evine kadar, yolda akıp gider düşünceleri geçmişe kadar... Nihayet varır evine ve en nihayetinde burnu köşeli ayakkabısı kapıda... teki yere baygın düşmüş, teki dimdik ayakta duruyor meydan okurcasına... ikiye bölünmüş ruhunun bir reprödüksiyonu gibi... evin köşeli duvarlarından güç alarak yürür köşeli kadın odasına... ve uzanır dört köşeli yatağına ve çevirir gözlerini dört köşeli tavana ve dalar gider sivri köşeli acıtan anılara... kulağına çınlamaktadır bir acı melodi ve anılarında yankılanmaktadır geçmiş. köşeli sevgilerin kucağına atarak kendini, dik yokuşlardan aşağı yuvarlanarak zaman zaman geçmişin kollarında sallanır sanki anılar beşikmiş gibi...
köşeleri yüreğini delse de yaşananlar yaşandı der kendi kendine...daha avare bir çocuktu ve düzlükte dağları aşardı gücü hayallerinin. Freni yoktu bindiği arabanın ve karşısında duran duvar, ona pamuktu sadece...ve umarsız ve tutarsız ve hesapsız sürerken arabasını pamuk oldu adeta bir beton...kırıldı parça parça, kalp saçıldı yerlere. kanayan düşünceleri sardı yeni yüzlerle... yeni yüzlerde gördü eski ihanetler ve tutmuyordu geleceğe dair mutlu kehanetler. ve tüm kırık parçaları sararak sevgilerine... köşeli kadın bakmadan yürür geceye...elinden tutan gecenin verdiği güvenle kapatır gözlerini olup bitene... ses geçirmez camının arkasından seyreder akıp giden ışıkları ve her bir ışık anımsatır eski aşkları... köşeli kadın ağlar acıyla sessiz, mutluluk uzak gibi, bir gece daha dehliz...

böyle böyle biler köşelerini kadın... ve çıkar kokusu, çıkar tadı hayatın....ve ince bir yağmur süzülür köşelerinden...ruhu kaçar uzaklaşır bedeninden... bakar kalır köşeli suretine ve köşeli tavana bakarak sarılır yansıyan görüntüye....

.....05.36......

........fsa........

17 Mart 2008 Pazartesi

içimden yaşayan kişisel gerişim(!) uzmanı

bu yazıyı okumaya başlayan biri varsa bi yerde ilk cümlenin sonunda nokta yerine çığlık koyduğumu farkedecektir
Yorgunluklarımı üstüste koyarak cehennemin en üst katına ulaşacağıma olan inancımı biledim an itibariyle. Ani kızgınlığıma yenilip ağladım üstüne bir de - ki bu eylemim henüz bitmedi - jewel diyor ki dizlerimin üzerine çöküp dua edeceğim, kurtarmaz demek istiyorum kendisine burdan, nanik sana jewel :)

Çantalarımı huzurla topladıktan sonra evden çıkarken uyandırmaya kıyamadığım için öpemediğim bir sevgilinin hayali bile yüzümde bir tebessüme yol açmazken nasıl sağlıklı düşünebilirim ki... jewel beynimi bulandırıyor :)

size neler anlatırdım biraz ben kalmış olsaydı içimde...ama şu aralar kendimi nota sanmaya ihtiyacım var. Ahenkli acı çekerim ne yalan söylemeli, en azından bir kompozitör requiem yazardı şu kırmızı burnum için :) ama gülerek dinlerdim ben kesin burnum ve burnumun temsil ettiği eylem için bestelenmiş bu requiemi....

gerçek şu ki ı feel that there are gaps but the harder ı try to fill them the bigger the gaps get....ama sorun yok ı'm used to feel and fill them...ben de back to back konaklar bu boşluklar :)

iyi geldi şu saatte bu kadar saçmalamak (bu cümleyi de içimde yıllardır tuttuğum bir soluğu dışarı vererek noktalıyorum yine nokta koymadan)

öperim...
selo

14 Mart 2008 Cuma

aynaya bakınca - hemde arkana/ aynaya bakmadan

bakmaya cesaret edebileceğim uzaklara çevirdim gözlerimi, sözlerimi ulaşacağını bildiğim bir zihne yönlendirdim.aynada baktım yakınıma uzağıma. hepsi ışıkla büyüyüp küçülen göz bebeğimin içinde ikamet eder. kendimi, sözlerimi, gözlerimi, özlerimi yeniledim bu sabah. geçmişle gelecek arasında ne fark var ki dedim... hepsi zamanının şimdisi değilmidir en nihayetinde. iyisi de kötüsü de benimdir diyerek sarıldığım eylemlerimden pişmanlık mı duyacağım şimdi. zamanının şimdisine, kendime ihanet mi edeceğim. affetmeyeceğim yaptıklarım için kendimi, özür dilenecek şeyler değildi çünkü hiç biri şüphesiz. kendi yaptıklarım için kendimle gurur duyma yaşına yaklaşıyorum. e kolay değil geleceğe merdiven dayadık bir kere. meyve gibi çürük ama olgun durmasını öğrenmek, daldan düşmeden sürdürmek lazım nefes almayı... a harfi kullanmadan cümle kurmaya çalışmaları bırakmalı artık. bol bol sesli harflerle bezemeli bu olgun meyveden mürekkep ağacı.

(öylesine yazılan satırların anlamını keşfediyor insan yıllar sonra dönüp gülerek okuyunca, bunu da kimbilir ne zaman tekrar okumak üzere web 2.0 'a emanet ediyorum...)

sevgilerimle...

selo

20 Şubat 2008 Çarşamba

Confusion that leads to confessions.

The days pass by, me staring...
The way you look and me blushing
We being parted that annoys me yes that annoys a lot
Wish we can make it, yes that is the wish of my heart
I broke your one precious heart
and begging here for you to not break mine
can you be that generous to forgive me
can you love me the way that ı am for the one that ı am...

my heart is confused
my mind is chained by the toughts of your smile
this confusion that leads to my confessions
this confusion that leads to my confessions

The biggest lie ı ever told to be ı don't love you
the biggest pain ı ever experienced when you believed

please be that generous to forgive me
please love me the way ı am
for the one that ı am
as I am the one that find the deep peaces in your eyes..
as I am the one smiles with a thought of you...
as I am the one that you loved once
as I am scared to death
Scared to death of making mistakes...

...fsa...




9 Ocak 2008 Çarşamba

Love & Marriage - an institute you can't disparage



Tarihler'den 5 Ocak 2008...Saatlerimiz sabahın 9'unu göstermekte...
10 yıldır hazırlığı süren bir düğüne gidilecek akşam. Ablam evleniyor.

Düğün hazırlığı 10 yıl sürer mi dememek lazım... Esasında düğün hazırlığı en az 5 yıl sürmeli bence zaten...O insanı bulmak, o insanı sevmek, o insanı tanıyıp, farklılıklarınızı sevmek, benzerliklerinizin keyfini çıkartmak bunlar iki üç güne sığdırılamayacak şeyler...Zaten 10 yıl sonunda keşfedecek şeylerin bitmediğine eminseniz siz evlenin başka yapacak bir şey kalmamış zaten :) İşte 10 yıl süren hazırlık böyle bir hazırlık. Birbirlerine hazırlanmakla geçti 10 yılları bana sorarsanız...Sonra anne ve babanın hazırlığı var bir de...Aileye damadın girmesi sürecini bünyeye "mikrop" sokmak gibi düşünebilirsiniz, çok zor değil. Bünye mikrobu kabullenene kadar debelenir, bitap düşer ama sonunda mikrobu kabullenir:) Bizim damat içinde böyleydi durum. (AVC- avant connaissance) ve TS (APC - apres connaissance) diye ayırabiliriz bu süreci...Tanışma Öncesi / Tanışma Sonrası yani... Tanışma öncesinde mikroba yönelik ön yargılar, TS dönemde hatırladıkça yüz kızartan pişmanlıklara sebebiyet verir bu süreçte genelde. Tabiki bu mikrop da - bizim durumumuzda damat - TS dönemde bünyeye hemen kabul edilmiş tabiri caiz ise şayet, pek de sevilmiştir.

Bu 10 yıllık hazırlık sürecinin detaylarını öğrenmek için damattan bir sunum hazırlamasını rica edeceğim, bize ilişki dinamikleri ve piyasa koşullarının bu dinamiklere etkisi üzerine bir sunum yaparsa bu detayları da sizinle paylaşırım. Ama sunum ve yazılı açıklama izinleri gelene kadar tüm bu 10 yıl ikili arasında bir sır olarak kalacak. Bizler şahit olduklarımızın ne güzel olduklarının düşünüp mutlu olacağız =)

5 Ocak sabahına geri dönelim... Ufak tefek işler vardı ve gelinin bir iki isteği oldu...Eve döndüm sonra. Temiz pak çıktık evden. Önden gelin hanım gittiii...Ardından anne, baba, ben ve - herhalde- ne cins bir aile düşüncesini her diyaloğumuzla daha çok pekiştiren taksi şöförü, Beylerbeyi "mevkıııııığinde" bulunan Bosphorus Palace'a vasıl olduk. Ama gelin henüz olay mahaline teşrif buyurmamıştııı... Bizde 25 nolu odaya çıktık. Boğazın puslu sisli görünümünün ardında kendimizi aradık bir süre...
Annem bosphorus daha osmanlı zamanında bir yalıyken bu konakta olup biteni hayale daldı,bir ara işi "burada kesin beylerbeyi sarayında oturanların bir akrabası tanıdığı falan oturdu" noktasına kadar getirdi, beni benden alan yorumlarda bulundu... Babam, sürecin en sonunda bu korktuğu noktaya varmış olmasından şaşkın, anlamsız mimik ve hareketlere gark olmuş şekilde rakı içti sonra evimizin mustafası ile çıkıp daha anlamsız ve duygu seli bir hareketle gidip kendine yeni bir çift ayakkabı aldı, kızı öyle istedi diye... Ben de boş geyiklerle annemi canından bezdirdim diyebilirim - Bi hayal kurdurmadım
kadınaa aaaa >:o

Derken gelin hanım geldiler.. Masalara yerleştirdiler konuklarını kağıt üzerinde. Sonra geldi anne hatundan yemek tarifleri aldı. Biz de bu yemekleri gerçekten yapacak mı acaba yoksa aldığı kırtasiye malzemesi yeni diye ders çalışan çocuk modunda defteri mi dolduruyor diye biraz düşündük, ona belli etmedik tabi :)
Öyle böyle saat 16.00 oldu. Sevigli Ünal Bey ve ekibi, "haydi kızlar bakıma" borusunu çalarak birer birer tipimizi, saçımızı değiştirdi, bir yerlerde yalnızca kendisinin duyduğu senfoni orkestrası eşliğinde kafasını titrete titrete... Biz de mal mal o ne derse yaptık...

- Kafanı sola çevir!
- Aynaya bak! Aç gözünü! Kapa!
- Saçını öne al!
- Maşaaaa, maşaaaa!!!!!

Saat 18.30 olduğunda öncü ekip olarak baba giydirilip kuşandırıldı, misafirleri karşılamaya gönderildi, Ardından anne babanın yanındaki yerini aldı. Ardından ben indim, "ahı ehı çok teşekkürler ay kuzum pek şıksınız,ne şuşusunuz" dedim. Babibimi dedemi özlemişim onları izledim...Yakışıklı kuzenimle güldük eğlendik...Konuklar da böyle çigiyle çekilmiş gibi kız ve erkek tarafı davetlileri diye iki bölüme savruldular :) Neyse organizatör teyze gelipte bu gülleri gelinle damadın kafasına fıcıtın onlar beyaz halıda yürürken diiincee vaktin geldiğini anladımmmm :) Gittim gelin ablama bakmaya. 25 numaralı odadan girmemle selenin gelinliğinde bir error çarptı gözümeeee... Error'ü yok etmek üzere rescue team -anne ve organizatör teyze - odaya girdi. Gelin'i kurtardı...Bende daha büyük bir felaketi önlemiş olabilirim, geleceğe yön verdim diye bir gururlandım :)

O güzel an geldiğinde biz "gül fıcıtıcıları" yerimize yerleşmiştik ve konuklarda yaklaştılar platforma doğru...Caruso çalmaya başladığında takip ışıkları gelin ve damadı yakaladı.Merdivenden inene kadar takip etti onları:) Merdivenden inip beyaz halıya geldiklerinde gül fıcıtıcıları olarak bizler başlarından aşağı gazino sanki şarkıcılarıymışçasına gelinle damadın kafasına gül fıcıttık :) Güzel göründü şüphesizzzz:) Kalabalığın içinden koşarak bir gelin buketi geldi sonra geline(hahahahahah-bir de çiçekçi getirmeyi unutursa diyorduk, gelin teslim edilen çiçeği eline almayı unuttu.)

Kürsü etrafında toplaşan gelin-damat-dört şahit ve bir nikah memuru(tabii bir de arkada zırıl zırıl ağlayan babam) büyük alkış topladı. Dünyanın en anlamsız sorusuna verilen en anlamlı cevapları, damat 1.000.000$'lık anlaşmayı imzalar gibi, gelin de "t" harf telaffuzunda bir sorunu varmış gibi verdi. Herkes çok mutlu tabii, gelin prenses gibi güzel...Arkamda babam fışşşş fışşş burnunu çekip ağlıyor. Ben deniz an itibariyle ev yerleşimi yapmaya başlamışım kafamda :)

Açıkçası düğünlerin gelin ve damat için yapılmadığını anladım bu düğün sonunda...Nasıl indiler ne oldu, hep birlikte dvd'den izleyip öğreneceğiz.

Herkes gittikten, bizbize kaldıktan sonra, gerçek düğün başladı. Ailece eğlendik. Bu süreçte yaptığı komiklikleri malzeme yapacağımı düşünerek tribünlere oynayan damatla ilgili burada hiç bir not düşmeyeceğim :) Sadece kendisini medeni cesaretinden dolayı tebrik ve takdir ediyorum...(bir rivayete göre her hafta sonu "stand-up and present this wedding" adında bir gösteri yapacakmış bosphorus palace'da)

sevgiler
selo

3 Ocak 2008 Perşembe

Ice Cold Beer Sold Here

I was driving my car
Recklessly down the road,
Thinking about all the shit we used to share...
From the night we shivered in the garden
To that Sunday we talked about Macy Gray.
Then I saw the neon sign saying "Ice Cold Beer Sold Here"

So I slow down the car and turn left
My toughts scatter with the harsh brake
I feel my veins are hunger for a glass of beer
So I stop the engine under the neon sign saying "Ice Cold Beer Sold Here"

The place was dark and the music was blue...
My face was in agony - you know of course just because of you
I cleared my throat and shout out loud
Hey, does the neon sign tells us the truth???

That sound of mine lingered in the air
Became a wave and suspended in my ear
"Yes" said the barmen with an irritating manner
"Ice Cold Beer is Sold Here"

I ordered one and started to wait
The eyes were on me which made me sweat
Just fuck my luck that brought me here
while all I want is a glass of ıce cold beer..

I had my drink hastily and left the place
Drove the car fast so that I can remove my make up and watch Amazing Grace...

Never visited that place ever since that night
Keeping the horrible stares in my mind...
Now I'm happy with my Belvedere bottle,
As it makes me sleep before I and the thought of you battle.

:):):)

Written by - fsa -