22 Aralık 2009 Salı

yaş

1 günlüğüm henüz
24 yılda hiçliktir öğrendiğim.
tekerrür dolmuşların durağıdır.
100 yıllığım aslında
Kalbim toprak altından çıkmış
antik eserler gibi
kır-ık
ve bir kaç parçası k*yıp hatta.

Haydi ahali

Çağıralım çengileri
Densiz dansı, Başlasın!

Çanak çömlek, Patlasın!
Koca dünya bir çocuğu,
Ben Sansın!

Yaş dediğini görsün dünya
Göz pınarları, Çağlasın!

Uzun hayatın ömürsüz hissiyatları
Akıntıya Kapılsın!

Siz huzurumu örtün üstüme
annem saçımı Okşasın!

f.s.a

7 Aralık 2009 Pazartesi

7.12.2009 // 4 günlük bir tatil sonrası yazısıdır.

günaydın;

sabah 6 da uyanıp 8.30 başlayacak bir toplantıya gelmiştim İstanbul'un en güzel köşelerinden biri olan çırağan'a. Ne yazık ki diyemeyeceğim, toplantı 10.00'a alındı. Ben boğazla karşı karşıya kaldım. Güneşin parlak sarıları, saraydaki balo salonunun yüksek pencerelerini tıklatıyor şu an ve avlu eteklerinde ziller karşılamakta bu güzel pazartesi gününü. Bir yerlerde politikacılar yalan söyler, çoğu insan işine koşarken burada bir yabancı olarak benim için ise hayat tamamı ile havalandırmadan gelen yoğun ve uzaklardan gelen belli belirsiz piyano sesinden ibaret.

Buralarda bir dönem bir hayatın sürdürülmüş olması fikri bile beni çılgına çevirirken insanların gelip böyle bir yerin otopsisini yapar gibi sağdan sola 20 yukarıdan aşağı 7 metre, data kutuları şöyle, servis noktaları böyle diye konuşmalarına tanık olmak gerçeği hatırlatıyor biraz. "Bir toplantın var kızım silkelen ve kendine gel." Diyorum çünkü bu havadan sıyrılamayınca toplantıyı dinleyemezsiniz. Bana gülebilirsiniz evet belki 21. yüzyılın yetiştirdiği, Zekeriya Beyaz ve Zuhal Topal'dan sonra yaşayan en büyük romantiği benim. (Bir de kalbi basın mensuplarına sık sık kırılan başbakan var özür dilerim.)

İnternette çırağanla ilgili şöyle bir bilgi buldum:"4 yılda 4 milyon altına mal olan.... yapımı için Avrupa devletlerinden borç alınmıştır. Acıklı bir lüks düşkünlüğü desek yalan olmaz ancak iyiki de almışlar diyor insanın bir yanı bu müthiş avluda durup Boğaz'ı ve Kız Kulesini seyredeken.

Devam edeceğim... ama şimdilik toplantı için son 15 dk.

f.s.a

Çırağan Sarayı

14 Kasım 2009 Cumartesi

mektup // kesinlikle paulo coehlo'nunki değil :)

hayatım,

yaşamakta olduğum bu dönem hayatımın en güzel dönemi değil o yüzden sana bu aralar ne yaptığımdan bahsetmeyeceğim. Geçirdiğim en güzel anlar seni özleyerek geçenler. Birazcık matematiğe vurursan her anımın güzel geçtiğini göreceksin. Bu da mektubumun ilk cümlesi ile ciddi bir çelişki yaratacak. güzel kafan karışsın, gülen gözlerin kısılsın istemem ama bu denklemi ben de çözemedim henüz. Yine mektubumun ilk cümlesinde bahsettiğim gibi bu mektubumda geçirmekte olduğum kafa karıştırıcı günlerden değil boş ama keyif veren şeylerden bahsedeceğim, izlediğim bir filmden dinlediğim bir şarkıdan...

Dün akşam bir kaç arkadaşımla birlikte gittiğim bir yerde yeni yasal düzenleme sebebi ile içeride yasak olduğu için, sigara içmek üzere dışarı çıktım. Soğuğu sevmesemde insanların duman kokmadan evlerine dönmesini sağlayan bu yasal düzenleme dün insanların hayatlarına bir göz atmamı sağladı. O ana geri dönüyorum hayatım şimdi...

Kırmızı ayakkabıları, ne giydiğini unutturacak kadar korkunç sarı saçları olan bir kadınla kesinlikle bu durumu hiç umursamayan bir adam gördüm. Aşkın insanların gözünü kör ettiği doğrudur diyebilirim o yüzden. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bu durum için daha güzel bir açıklaması var biliyor musun? "Anlamıyor musun? /Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar/ Ben sevilmediğimden böyle çirkinim". ne zaman bir arkadaşım "onda ne buluyor ki? dese aklıma gelir bu satırlar. Karşılarında kendi güzel yüzlerini görür aşıklar. Sen çok uzağa gidene ve beraberinde onu götürene kadar kendi güzel yüzümü görebildiğim bir aynam vardı. Geri getireceğin günü bekliyorum hayatım sabırla.

Neyse kendilerinden ve dünyadan habersiz çiftimiz arabalarına binip ayrılırken bende sigaramı söndürdüm. İçeri dönüm. Masada bıraktığım arkadaşlarım konuşmalarına devam ediyorlardı. Bir süre daha arkadaşlarımı beni evlat edinmeye zorladım:) Bu konuyu bir süre daha konuştuktan sonra sohbeti tükettik ve hepimiz uzun iş günün yorgunluğundan tükendik. Sonra eve geldim. Mektubun bu kısmı yine ilk cümledeki can sıkıcı detayları içeriyor. o yüzden hızlı geçeceğim. Ancak bilmeni isterim ki gece benim bu satırlarda bahsettiğim hızla geçmedi ve uyku çok talep etmeme rağmen arz-ı endam etmedi. Gözümde gözlüklerim ve elimde bir otobiyografi ile uyuya kaldığımda inanmayacaksın ama saat sabahın 4ü olmuştu.

Ertesi sabah yani bu sabah uyandım, yapmam gereken ve burada bahsetmeyeceğim sıkıcı bilgisayar işlerimi yaptım. Sonra bir film izledim. Değişik dünyaları konu alan bir filmdi "Todo sombre mi madre" diye bol ödüllü bir film. Film bitince sen ilk ne derdin diye tahminlerde bulunmaya çalıştım. bu yüzden buraya geldiğinde birlikte izlemeliyiz ve tahminimin doğru olup olmadığını görmeliyim :)

film biteli bir saat oldu. camı açtım az önce evin önünden geçen bir arabayla sana bir hediye gönderiyorum. Çok neşeli bir şarkıdır. Dilerim sana ulaşır:

// at work me jus take time, and all thru me coffee break time//me say a lil prayer for you...

iyi bak kendine

fsa

11 Kasım 2009 Çarşamba

bazı insanlar... zaman geçirmezdir...

...yaşlanmaz, eskimez ve ölmezler.

O da onlardan biriydi. En önemlileriydi belkide. Tarihin kaderini değiştirmişti, insanların kaderini değiştirmişti. Kaderi değişikti. Büyük ihtimalle şu an yazdığım "kader" kelimesine çok kızardı. "Olanları kaderle açıklayamazsın çocuk; bu millet eliyle,etiyle,dişiyle ve tırnağı ile yazdı bu tarihi" derdi. "Bunun gücünü hafife alma".

O zaman geçirmez bir adam şüphesiz. Mavi gözlerindeki ateş asla sönmedi.Peşine taktığı kalabalıklar hiç azalmadı.Çirkef arttı, fesat arttı...Uzadı ve uzandı diller.Ama o bunlara hiç aldırmadı. "Üzülmemi isterler çocuk" dedi. "Seni de üzmek ve yıldırmak isteyecekler." "Seni üzülmüş ve yılmış görmek beni üzecek esas; bu çirkefler değil. Keşke burada olsan diye okunan şiirlerden bıktım çocuk. Binlerce tohum ektim ben gitmeden. Süs çiçeği olsunlar diye değil ; verimli, bereketli olsunlar, her iklime dayansınlar, toprağı gururlandırsılar istedim. Beni bu çirkef üzmez çocuk. Bu tohumların derin uykusudur yüreğime batan."

Dün zaman geçirmez adamı ziyarete gittik. Kimimiz bir okul bahçesinde, kimimiz huzuru kaçık bir uykuda olduğu evinde, kimimiz arabada, bazılarımız ofislerinde... Onu özlememek mümkün değil şüphesiz. Ama onu yılda bir kez özleyip, bir dakikalık, "ne yaptık biz güzel insan sessizliği"ne gömülmektense her gün ona ve kendimize duyduğumuz saygı ile çalışsak. Verimli ve bereketli olsak, onun gibi.

Her yeni aydınlık fikirle tekrar doğar. Mustafa Kemal zaman geçirmezdir... Yaşlanmaz, eskimez ve ölmez...

f.s.a

30 Ekim 2009 Cuma

"ET" ADASI

burası bir atalet adası
tepkisizlikler gırtlağa kadar
burası bir ihanet adası
sırtımızda bıçaklar
burası bir esaret adası
önümüzde kapalı kapılar - ki anahtarlarını yutmuş dev bir kuş.
uçmuş da uçmuuş...

burası bir rezalet adası
burası bir sefalet adası
burası bir ahşap ada
dört tarafı çevrili hayatla
oda anlayana...

burası bir kefaret adası
kimbilir nelerin bedelini ödediğimiz
burası bir ada
düşünmeyen etlerden mürekkep
düşünenler bir tek şeyden yoksun...
ADALET.

24 Ekim 2009 Cumartesi

mixed spelling game

l... for the inital of your name and o for all the obstacles that hindered my toughts. v is all the value that ı've attached
to you and e is for the endings that ı wished and always will. so love is all that ı'm asking for and love is all that ı'm living for...two in love can make it so take my heart and please don't break it altough ı broke your heart ı know

21 Ekim 2009 Çarşamba

seni çok özledim

ne kadar uzun zaman oldu dar sokaklarında bir şehrin senle karşılaşmayalı
gözlerine benliğimi dikip karşında cesurca durmayalı
bulut yüzünde göklere, derin gözlerinde sulara bakmayalı

çok oldu şüphesiz
şimdi yaşadığım bu şehirde sana benzer birine bakmayalı...

seni çok özledim
her gün, çok özledim.

"Beyaz Kalbine" çıkan merdivenlerinde çaldığın ıslıkları duymayalı
Kahve kokulu odalarına girip çıkmayalı...

burda kötü herkes, senin yanındaysa tanımıyordum kimseyi ve zararsızdı herşey...
ve kırılmazdı kalbim
ve kırılmazdı kalkanım..


a Paris...

16 Ekim 2009 Cuma

sen - fon - ik // KONYA

Güzel bir turdayım. Şu, içe yolculuk turlarından biri aslında Konya - Niğde - Nevşehir ve Gaziantep arasında yaptığım. Beethoven'ın 2 numaralı piyano konçertosu İdil Biret'in parmaklarında can bulurken, Bonn'dan Viyana'ya yeni gelmiş bir adamı gözümün önüne getiriyorum telsizde birileri birşeyler söylerken. İlk kez gittiğiniz bir yerde geçirdiğiniz keşif günlerini düşünsenize, hangi sokakta sizi neyin karşılayacağını bilmediğiniz, ilk hevesinizin ciğerlerinizi neşe ile doldurduğu günler... hayat damarlarınızda dolanmaz mı? ALLEGRO CON BRIO.Konya'da hissettiğim tam olarak buydu. "Ne yapabilirim"i keşfetmek yeni bir şehir keşfetmek gibidir. Keşif kısa ve neşeli ya da adrenalin dolu olur. Hep o kabarık saçları ve boynundaki kırmızı fuları ile bildiğimiz adamın, sonraki zamanlarda, en parlağı bu konçerto değil şüphesiz, diye anacağı eser, karşısında kalabalıkları sessiz ve nefessiz bırakıyordu işte. Keşfim beni de mutlu etmişti ancak sonrasında, alana ve yaptığım şeye 'yeni şehrime' aşina olunca içimi bir rutin his kapladı... Gezecek yeni sokak kalmamış meğer. Sakin ve sabit bir şekilde şehirde dolaşmaya devam ettim yine de... Beethoven'ın da sıkıldıkça uzun şapkasını dağınık saçları üzerine yerleştirerek aynı sokakları dolaşmak için dışarı çıktığını, yavaş ve sabit adımlarla şehri arşınladığını hayal ettim, sonra bu tek-düze'nde huzur buluşunu...İdil Biret parmaklarını bu sükunetle piyano üzerinde dolaştırıyordu, Beethoven aynı sükunetle, eli cebinde sokakları dolaşıyordu, ben Konya'da bir yerde, bir koridorda bir yukarı bir aşağı sükunsuz bir sabırla yürüyordum... ADAGIO...
Sonra her şeyi öğrenmek için yeterli bir keşfin dünya üzerinde var olmadığını hatırlayarak adımlarını hızlandırdı Beethoven, evine döndü ve bu son keşfinden mutlu ve emin adımlarla, güne ve bestesine son verdi.
Ara olmuştu ve ilk yarı sorunsuzca bitmişti. Piyanonun başından sakin bir şekilde ve gülümseyerek kalktı. O kollarını açıp tüm alkışları kucakladıktan sonra.. ben kapıları açtım ve fuaye büyülenmiş insanları kucakladı RONDO- MOLTO ALLEGRO

fsa

detaylı bilgi için : http://www.ntvmsnbc.com/id/25009430/

30 Eylül 2009 Çarşamba

İnsan Neyle Yaşamaz?

İnsan ne ile yaşar sorusuna cevap arıyor
çeşitli branşlardan bir sürü sanatçı,
duymuşsunuzdur canım bienali
şu 8 kasımda biten hani....

peki ya insanın neyle yaşamayacağı...ya da yaşayamayacağı...

Her şeyden önce amaçları ile araçlarını karıştıran kişi yaşamaz.
Nefes almaya devam eder belki sadece...
İnsan savaşla yaşamaz.
Savaşarak, çelişerek gelişen, dallanıp budaklanan düşüncelerdir.
İnsan aşırılıkla yaşamaz.
Aşırılık...
Sorumlulukla yaşar insan ama aşırı sorumluluk bitkiye çevirmez mi?
Aşkla yaşar insan ama aşırı aşk, başka aşırılıkları getirmez mi?
Hırsla azimle yaşar insan, ama aşırısı yormaz mı?
Cesaretle göğüsler günleri ama aşırı cesaret kör etmez mi? Ya da aşırı korku...
öldürmez mi?
Sabırla yaşar ve bekler insan, aşırısı yaşlandırmaz mı?
Aşırılık...

İnsan zorunlulukla yaşamaz,
beklemeyle yaşamaz.
Nefes almaya devam eder belki ama işte...

nefes almak değildir ki yaşamak.

...................................................................................

YAŞAMAK:
1. Canlılığını, hayatını sürdürmek:
2 . Sağ olmak
3 . Varlığını sürdürmek
4 . Oturmak, eğleşmek
5 . Geçinmek
6 . Herhangi bir durumda bulunmak veya olmak
7 . Görüp geçirmek, başından geçmek:
8 . Sürmek, devam etmek:
9 . Varlıklı, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek:
10 . Keyfi yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak:
11 . Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek

29 Eylül 2009 Salı

just do it

This morning ı woke up with this particular certainty in my mind. Hmmm, it is interesting to feel adamant on doing it at last. I climbed out of the bed, ooh my comfortable cozy bed, I took a shower, one of a kind which removes the dust masking your soul and peels the pain on your face. I felt the hasty movements of the water drops running down, giving my hands the wrinkles. Anyway, as every pleasure bestowed to us, my concern-free shower had to end. I leave the bathroom through the door together with the vapors of fresh toughts.

I knew what to wear from the moment ı woke up, always a classic: Jeans, a blouse, not-so-high heels; black for sure, black jacket... for accesorises ı put my beloved pearl ear-rings and grabbed a black hand bag. So here I am, ready to be what ı really am....

TO BE CONTINUED...

What was she thinking?

What was she going to do??

Who she really is???

28 Eylül 2009 Pazartesi

bil-me-ce-eee

her gün hayatın bize oynadığı bir oyundur bu,
Günaydın, haydi yüzünü yıka,
bilmecelerinle dolu günün kapında
seni bekliyor, aç ve onu kucakla...

selam vermek istemez misin nefret dolu bu insanlara
belki o an da görmediklerini anlarlar herşeyi.
hırsları un ve kibirleri yumurtadan
mayaları bu yüzden sert ve yürekleri çimentodan

tam sert bir kaya zannederken çarptığın o adamı
parlar belki güneşten yüreği
her gün hayatın bize oynadığı bir oyun işte bu,
kurallarını bildiğin ölçüde keyifli.

10 Eylül 2009 Perşembe

1,2,3 ve 4. günlerin ardından...

Selçuk'tayız bugün...Etkinliğin 3. günü, trende geçecek 2. gece. Kolay adapte olunası bir yer demek zor, çünkü uzun bir insanım ve odalar 2 m2 :)

Çok ilginç insanların bir araya geldiği bu demiryolu roadshow'undan söz ediyoruz burada. HG'nin bir sosyal sorumluluk projesi aslında bu demir yolu roadshowu. Geçen sene ilki yapılmış herkes çok eğlenmiş ve beğenmiş bu sene yine yapılıyor. Aile içi şiddete ve çocuk istismarına hayır diyor, çocuklara tiyatrolar seyrettirip, karaoke yaptırıyor, büyüklere ise toplantı ve ciddi gündemleri tartışma ortamı yaratıyor. Hepsini tren istasyonlarında yapıyor. Bazı gözlemlerimi aktarmak isterim:

1.Gün - İzmir Hazırlık 8.09.2009

TCDD trenin geliş saatinden bir türlü emin olamayınca insanın aklına türlü türlü şey geliyor. IKEA ise vagonumuzun herşeyi desem yalan olmaz :) (Hatta önümüzdeki senelerde kendilerinin sponsor alınması konusunda şöyle bir de projem var. Tüm yataklı vagpnlara sponsor olunur. Gidilen yerlerde takılıp sökülebilir materyallerden workshoplar yapılır.

Neyse uzuun uzun bekledikten, tatsız sel ve yağmur haberleri karşısında dehşete düştükten sonra gece tren perona geldi. Bölündü, kesildi, kırıldı ve kurulumu başladı. Sabaha karşı 4'te hepimiz hazır ancak gelin görün ki açtık. Saat 4'te olsa bu sorunu çözümsüz bırakmadığıma yemin edebilirim :)



2. Gün - İzmir // Açılış

Sabah başlayan hummalı çalışma sonucunda tastamam olan ve bir çok önemli isimin katılımı ile saat 14.00'da başlayan açılış töreni eğlenceli, ayaklara yorgunluk verici ve bazen dehşete düşürücüydü. Şöyle ki:
Protokolden kalan köşede çocuklar - ki etkinliğimizin kesin baştacıdırlar - etkinliklerini yerde sıkışarak gerçekleştirdiler. Her şey değişir söyleminden çıkılan yolda hiçbirşeyin değişmediği çok net vurgulanmış "önemli" ziyaretler esnasında aktiviteler yarıda kesilip insanlara baygınlık verilmiştir. Bu insanların teşekkürleri neden sebep herkesi mutlu etmiş ancak 3 ila 6 çocuğun ortamı ağlayarak ve omuzlarını yukarı aşağı oynatarak terketmesine sebep olmuştur. Tüm bunları bir kenara koyduk biz yine de. Çok güzel iki vagona sahiptik hatta en güzel iki vagona sahiptik. Kafamızdakini uygulamanın verdiği gözlerden uyku şeklinde akan mutlulukla günü tamamladık. Gece ise trende uyunacaktı ve nasıl olacağı tam bir merak konusuydu. Sığdık merak etmeyin =)Şişman, ranzanın üstüne uzunsa altına yerleşti. Ele ağır göze büyük gelen valizler yerlerini buldu. (IKEA evinizin herşeyi)
Hayatınızda bir kere de olsa denemenizi de tavsiye ederim hatta şiddetle =)
Sonra uyandım ki...



3.Gün - Selçuk

Çok neşeli süper bir tren garı var. Antik sütunlara bakıyor ve bir restorasyon var sanırım.Sabah mevcut restorasyon çalışması bir yanda ağıııır ağır devam ederken bizler telaşlı kurulumumuzu tamamladık. Muhteşem iki kahvehanenin yamacında tren ahalisi ve kahvehane ahalisi tanıştık, kaynaştık.Çocuklar sahneyi, büyükler toplantı salonlarını doldurdu. Saat 16.00'da dükkanı kapattık. Şirince'ye doğru yola çıktık...



3.Gün - Şirince

İnsanın ömrünü uzatebilecek yerler listemde Bulancak'tan sonraki yerini aldı. Sabun kokulu dar sokakları görülmeyi, şirincenin altını çizen insanı tanışmayı, lezzetli şarapları ise içilmeyi beklemekteydi. Elimizde fotoğraf makinelerimiz keşfettik bizde.(Fotoğrafları ilerleyen günlerde paylaşacağım.) Şirince mazaralı bir yerde yöresel yemeklerden mi tatmadık, yaban mersinli, karadutlu meyveli şaraplarından mı... Şimdi yatma vakti... Yarınsa Denizlideyiz...

6 Ağustos 2009 Perşembe

confusion

Je suppose que je pourrais simplement aller
Vais-je décevoir mon avenir si je reste ...?

Nul ne peut connaître la réponse exacte à cette question, je suppose. Surtout si la personne en question est un caractère confus que moi.

une âme perdue,
des questions sans réponse,
des chansons qui n'ont pas de mélodie,
c'est ce que je peux appeler une véritable parodie.

fsa...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

कब्लोसू कोपन बीर şएयर ओल्दु...

kablosuz...artık herşey kablosuz...
telefonlar...televizyonlar...bilgisayarlar...ve tabiki ilişkiler.. Onların da kablosu koptu artık. Bağlantı hızı düştü ilişkilerin...Özellikle benim gibi geleneksel bir bakış açınız varsa, geçmişe tarifsiz bir özlem duyuyor ve pratikliğin insanları insanlıktan çıkardığını gözlemliyorsanız, kesin farketmişsinizdir sizde bunu.
Bu kablosuz yaşam, bizleri şüpheci ve gitgide daha paranoyak yapıyor... Kabloyla bağlanmak gibi değil işte...Bütün günü telefon başında özveri ve fedakarlıkla beklemek gibi değil kablosuz yaşam... Muğlak, sığ ve güvensiz...bir kere kabloya ihtiyaç duyduğunuzda o orada değilse hayatınız boyunca kablosuz gittiğiniz her yerde o korkuyu yaşıyorsunuz: ya hayata bağlanacak bir kablo bulamazsam??? Bu gerginlik her kasınıza yansımaz mı???Siz siz olmaktan çıkmaz msınız???

hal böyle olunca, sürekli hisseden kalbimiz bir paylaşım klasörü haline geliyor tabi...kablosuz da olsa iletişebildiği her noktada, herkesle bir noktasını paylaşıyor insan ister istemez...kimiyle gizli dosyaları kimiyle minik sohbetleri...bir şekilde bir klasör açılıyor işte anlayacağınız. Tam bu aşamada bir hacker kalbinize güvenli olmayan bir ağdan girmişse, o klasöre format atmak kaçınılmaz olmakla beraber uzun güncellemeler gerektirecektir. Hard-disc'inizi, ana kartınızı (beyninizi - aklınızı) böylesi bağlantı kopukluklarından korumak için onları görünmeyen kablolarla bağlamalısınız yaşama. kendinizi oyalayacak bir şeyleriniz olmalı, kablosuz da olsa kendine yetebilmeli hard-disc dediğin hangi dosyaları açıp hangilerini açmayacağını bilmeli, öğrenmeli ve tecrübelerini unutmamalı...

Kalbinizi, bir diğer kalbe bağlantısı kopmayacak sağlam kablolarla bağlamalısınız.

17 Temmuz 2009 Cuma

cuma

a noktasında iki yaşam yeni açarken gözlerini
b noktasında huzurlu bir karanlık kapladı, yaşlı bir bedeni
uzun nice cumalar geçirmek üzere doğmuş...

ve beşer,
ayaklarını uzatıp gözünü güneşe kıstığı c noktasından
bulmuş bir sonuç;

a noktasından hareket eden iki yaşamın yaptığı hız
b noktasına vardığında aldığı hazlar toplamına eşitmiş
nice hayatlar boyunca hesaplanmış...



huzurlarının daim olmasını dilediğim ikizlere ve geldiği yere dönen bedenlere, geride izlerini bırakan ruhlara...

f.s.a

17 Haziran 2009 Çarşamba

geç kalmak üzerine

son dönem sevmediğim modalarımdan biri
bozuk uyku düzenim ve sabah ağlaklığım
kaçırdığım sadece bir toplantı mıydı
yoksa özgüvenim mi o ardına bakmadan kaçan...

sebebini anlamadığım bir sersemlik hali bu üzerimdeki,
yalan yok aslında, sebebini de biliyorum.
Yüksek sesle söylemeye korktuğum
gizli saklı sırlarımdan biri işte.

Neyse ki uyanılıyor geç de olsa her uykudan
Gün ışığı görmek için cama ihtiyaç duymuyor insan
Mevsim değişikliği yoruyor işte
bir öyle olmak... bir de böyle...


fsa.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

sebebpsiz

Sebepsizce oturuyordu. Hiç bir kazancı yoktu, kaybı büyüktü. Kalbi çekmişti. Gözleri düşmüştü. Bakıldığında çok parlak bir tablosu yoktu. Öğrendiğini biliyordu ama sabır en sevmediği dersti. Bakmayın kendince iyi notlar alıyordu, "kendince".

Mutfak kapısının ardındaki hayata karışmayı o kadar özlemişti ki yoldan geçen her insan ona acı veriyordu. Sabır taşı yumruk olup boğazına takılıyordu.

Gezdiği köylerin güzellikleri, anlık kısa mutlulukları mevcut durumlarını kurtarmaya artık yetmiyordu, huzuru eksi bakiyedeydi. Huzur ekonomisi artık dalgalanmıyordu bile, sadece düşüşteydi. Minik mutluluklara talep fazlaydı oysa bu anların arzı sınırlıydı ve doğal olarak pahalıydı.

Ne yapacağını bilemez halde oturduğu o köşeden bana böyle gözüküyordu. Çırpınıyordu, fakat çıkamıyordu düştüğü kuyudan. Yanına yaklaştım. Elimi yanağına koydum. Kafasını oynatmadan dolu gözlerini yüzüme dikti. Gülümsedi. Bana ihtiyacı olduğunu biliyordum ama ona yaklaşmak istemiyordum. Ruhunu özgür kılarsam yaşayacağı karmaşayı kaldırıp kaldıramayacağını kestiremiyordum.

Nasıl olduğunu sordum elimi yanağından çekerken. Annesinin çok sevdiği gamzesini ortaya çıkartarak nazikçe gülümsedi "iyiyim, teşekkür ederim" dedi. "sen nasılsın?"
"İyiyim teşekkür ederim" dedim kendi yanağımda bir gamzenin belirdiğini bilerek. Birbirimizi dikkatle inceliyorduk. O bana bakıp bunca zaman nerelerde olduğumun cevabını yüzümde arıyordu bense aslında beni terkedenin kendisi olduğunu bilip bilmediğini anlamaya çalışıyordum.

- Yorgun görünüyorsun, neler yaptın?
- Hiçbirşey aslına bakarsan... sabun köpükleri topladım. Birikmiyorlar biliyor musun? Sen de yorgun görünüyorsun, sen neler yaptın?
- Sen köpükleri toplamaya çalışırken seni seyrettim. Bu da beni çok yordu.

Gülmeye başladık...Bir müddet sonra sessizlik geri geldi. Ona anlatmak zorundaydım.

- Seni terkettim çünkü hayatta kalmak zorundasın. Benle birlikte yaşadıklarını yaparak hayatta kalamazsın en azından şimdilik. Gitmemi sen istedin, çünkü buna da ihtiyacın vardı. Kapında biriken kağıtları, kafanda biriken kaygıları eksiltmek için
şu mutfakta oturman lazım. Kafanı bir duvara vur ve ayıl artık. Oturduğun mutfağın kapısını açmam için beni arıyorsun ama benle gelmeye hazır değilsin. Zamanı gelince seni bu mutfaktan çıkarmak için geleceğim. Şimdi gidtmem gerek. Sıkıldığını biliyorum. Dayanman gerek... Bu bir sabır dersi...Introduction to Patience, Kısaltması IP ve iplememen gerektiğini vurgulamak için böyle.

Neyseki hala gülen birileri vardı içimizde...


- Geldiğin için teşekkür ederim. Seni bekleyeceğim.

- "Biliyorum" dedim. Oradan ayrılır gibi yaptım ve karşıda duran otobüs durağındaki kalabalığa karışıp ona bakmaya devam ettim...

Oturduğu yerden kalktı. Mutfaktan çıkma vakti gelmişti. saat 21.45'ti...


fsa.. istanbul

13 Mayıs 2009 Çarşamba

geçmişe "doğru" seyahat

her şeyin ne kadar değiştiğini görmek için bir dönem çok umut yeşerttiğim, benzer umutların hala yeşerdiğini gördüğüm bir yerdeyim şu an.

genç olmakla ilgili sağlam temellere oturtamadığım kendime ait donelerim var elimde o yüzden şu an tanık olduklarım biraz yorucu, biraz üzücü, biraz da kıskançlık sebebi aslında benim için.

ne demek istediğimi size daha açık nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum... net bir cevabı yok gerçekten. kendi tercihlerimize dayalı bir ton yanlış belki de mr. jobs'un dediği gibi ilerde dönüp baktığımda bir ton doğru ile dolu. ikinci ihtimalin doğru olmasını canı gönülden istiyorum yalan söyleyemem...

&&&

neyse güneşli bir gün bu gün; 2006 mayısındaki gibi enseler, kollar, yanaklar kırmızı:) bir kaç tanıdığa rastlamak mümkün oldu. Oysa gözün en çok aradıkları uzakta, yakında belki ama yine de uzak işte.
En çok selini aradı gözlerim, ne de olsa en uzağımda kalan o oldu 2006'dan bu yana.


beytepe & ankara

9 Mayıs 2009 Cumartesi

on....

bir
şeyler eksik,
iki
kişilik bu işte
üç
kuruşluk hesapların
dört
köşe zevklerin
beş
para etmez kalabalıkların var.
altı
üstü hayat yaşadığın ama
yedi
kuleli zindanlarda hapis fikirlerin
sekiz
yaş olgunluğunda sevgilerin ve ben
dokuz
köyden kovulacağım tüm bunları söylediğim için.
on...
ise sadece iki harfi bilinmez ama tahmin edilebilir sonların..

fsa...

22 Nisan 2009 Çarşamba

"boş bakış" açısı

şu an etrafımda ve hayatımda cereyan eden "kontrolsüz yuvarlanıp gitme" haline ilişkindir diyeceklerim.

Gözümü kapattığım anda karanlığa hücum eden binlerce rengarenk imajla savaşıyor algım. İşte budur tam olarak baş ağrılatrımın sebebi. Dore ayakkabı, üzerine bir kürsü, üzerine para birimleri, üzerine yüksek ses, üzerine telefon kabloları, üzerine birbiri üstüne gelen mailler, iki parmak arasında çevrilen kalemin masaya değdikçe çıkan sesi, jenerik nokia melodisi, havalandırma sesi, tuşlara dokununca çıkan çıt çıt sesler, kahkahanın en yüksek tonu... bardak altlığı, tüm imajlar birbiri üstüne binerek mutlak karanlığı oluşturduğunda sadece havalandırma sesi kalıyor kulaklarda ve kemirdiğim dudaklarımdan bir tuzlu kan tadı alıyorum çok yoğun olmasada...

çok tiz bir ses vardır tam bu anda kulağa gelen, başka yönteme veya soruya ihtiyacın yoktur ama çok yöntem ve ve her yöntemin beraberinde çokça sorusu vardır. Çok yöntem çok soru döne döne birbirine karışır ve kulaktan içeriye giren bir ses girdabı oluşturur, çok tiz bir sestir. Uzun süre öten alarm tizliğindedir. Öten alarmsa huzurunuzun gidiyoruuuuum bye byeeee demesinden başka bir şey değildir.

tüm bu karanlık perdeyi aralayıp gözümü açınca karşı duvara baktığımda gördüğüm tek şey "American Beauty" filmindeki, boşukta süzülen poşettin görüntüsüdür. Kendini iten rüzgara teslim olmuş, uçup hışırdayan poşet... Çok huzurlu bir kare gibi gözükse de içimdeki boşluk ve kafamdaki karmaşayı hiç bir kare daha net anlatamaz...

Parmaklarını sol şakağına bastırıp, yanaklarını hava ile doldurmuştu... ağzından puf baloncukları çıkmaktaydı ve yüzü ekranın ışığı ile parlıyordu. gözleri ekrandan gelen ışığa tepkisini ortaya koyup kızarmıştı. duvara sırtını dönmüş, çenesini kaldırmaksızın gırtlağına doğru 45 derecelik bir açı ile eğmişti. insanın karşıdan bakıldığında göründüğü açıdır bu "boş bakış" açısı... iç acılarının* toplamı ise sonsuza eşittir...

*gülseren'i tanıyan var mı?

pera...

19 Mart 2009 Perşembe

lets think about that selo //sesli düşünüyorum

People say "I want peace."
If you remove I (ego), and your want (desire), you are left with peace.

----

bir araştırma esasında linklerde seke seke bulduğum bir diğer notu da aşağı iliştirmek isterim:

"neticede durmaktır huzur."

------
Ve Gide'nin pastoral senfonisinden bir satır:

"ancak hiçbir şey huzuru aşksız bir itaat kadar gölgeleyemez."


yada temel çözüm "ignorance is a bliss... :)"

4 Mart 2009 Çarşamba

söylediğim bir şey sadece söylediğim anlama gelemez mi?
Altında derinlikler olmadan sığdan kenardan...
bu gün olmamak tercih hakkım olsaydı yanında mı dururdum, asla...
Bundan seni sevmediğim anlamı çıkar mı, çıkmaz.
dedim ya orda durmak istememem asıl yok olma isteğinin kaynağı, sen değilsin. benim işte...

kızma bana, ya da bakma öyle bayık süzük.
sadece sıkılmış olamaz mıyım?
yüzüme gözünü diktiğinde ruhuma uyguladığın şiddetin hesabını soracak yasası yok dilimin.
Dilime can veren beynimin, kelimelere can veren ruhumun mecali yok.

sadece birazcık gidemez miyim?
sakinleşince sular dönemez miyim?
döndüğümde kimseyi bulamaz mıyım?
herkes aynı yerinde olsa bile... herkes aynı yerinde duruyor olsa bile...


fsa... galata..mart 009

21 Ocak 2009 Çarşamba

dialogues with The Gun

- Hi Gun....

- hey.

- how are you doing today?

- i'm ready and you? what are you doing?

- i'm standing here. just looking...to you actually.I'm not ready.

- honey once you feel me on your skin it will never hurt again. you don't need to be ready.

- you say so?

- ı believe that, i'm sure about that indeed. The others told me about this feeling and pleasure ı had once given them.

-so there are others?

-sure. what do you think?

-ı think ı was the only one.

- you can meet the others if you want...just keep me close to you and believe me...