11 Aralık 2010 Cumartesi

saçmalıkları bir kenara bırakalım

İş hayatında her gün satranç oynamak zihin için çok yorucu olabilir, hele bu satranç, street fighter düzeyine gelmiş ise fiziksel yorgunluk yarattığı da yadsınamaz bir gerçek oluyor. Ama bugün bunlardan bahsetmeyeceğim, çünkü bunları kendime dert edinmemek ile ilgili bir karar aldım. (Kabul ediyorum bu karara sadık kalmak konusunda yüzde yüz başarıyı yakalamayı genelde beceremiyorum.) 
Tüm gündelik saçmalıkları bir kenara bırakıp, gerçekliklerden ve güzelliklerden bahsedeceğim bugün. Demokratik topraklarımızda öğrenciler dövülür, politikacılar utancından intihar edeceği yerde göğüslerini gere gere siyaset yapmaya devam eder, eğitim, sağlık ve adalet her gün olduğundan daha korkunç, her gün olduğundan daha sapkın ve satılmış bir hal alırken, tarihi eserler yakılır, değerler tek tek kaybolurken hangi gerçeklik güzel olabilir dediğinizi duyuyorum. Size katılıyorum.

Ama emin olabilirsiniz ki çok güzel şeyler de var, insanı bencilce bir sevgiye sevk edip, günlük kaygılardan koparıveriyor. Tüm saçmalığına rağmen inanılmaz önemli bir anlam kazanıyor ve bu güne kadar anlamlı sandığınız her şey anlamsızlaşıyor...

CAN  
Aşağıdaki açıklamalar Türk Dil Kurumu güncel sözlüğünden alınmıştır:
1. İnsan ve hayvanlarda yaşamayı sağlayan ve ölümle vücuttan ayrılan madde dışı varlık.
2 .Yaşama, hayat  
3 .Güç, dirilik
4 .Kişi, birey
5 .İnsanın kendi varlığı, özü
6 . Gönül
7 .Çok içten, sevimli, sevilen, şirin

Bu tanımların her birini tek tek okuduktan sonra ona CAN demekle ne doğru bir iş yapmış ebeveynleri diyorum. Küçük elleri, koca kafası, minik parmakları, gergin göbeği, şahane kokusu ve herkesi hayretlere düşüren jest ve mimikleri ile küçük bir insan CAN.

1. Tüm aileyi yaşama sevk eden bir CAN her şeyden önce
2. Tüm ailenin hayatına yön veren bir CAN
3. Tüm aileye özellikle de anneme güç ve dirilik veren bir CAN
4. Kendine ait iletişim yöntemleri ile bağımsız bir birey olan CAN
5. Annesi ile babasının kendi varlıklarından var ettikleri bir CAN
6. Hepimizin canını fetheden bir CAN
7 .tam bir CAN =)

 


If one feels the need of something grand, something infinite, something that makes one feel aware of God, one need not go far to find it. I think that I see something deeper, more infinite, more eternal than the ocean in the expression of the eyes of a little baby when it wakes in the morning and coos or laughs because it sees the sun shining on its cradle.
Vincent van Gogh


2 Aralık 2010 Perşembe

firarperest

Son günlerde yeğenim 3 aylık, egemen asker, banyom yeni, saçım kısa, belom bi mahsun, kış yakın, wikileaks popüler, bir çok isim afişe, havalar ise bir garip, oldu. Fikirlerimi kendime saklamaya başlar oldum. doktorun reçetesi dahilinde boşgörü ile devam ediyorum hayatıma. 

yeni sözler uydurdum kimseye söylemiyorum ne olduklarını, onları seviyorum. günün çoğunu anlamaya kalan kısmını ise anlatmaya çalışarak geçiriyorum. haliyle beynim saçmalıklar üretiyor. 

yolda rastladığım firarperest afişi merakımı ve şöyle güzel bir içerik okumaya olan iştahımı kabarttı:

E.Ş şöyle demiş:

"İnsan ki eşrefi mahlukattır, içindeki semavi özü keşfetmekle yükümlüdür. Çıkacaksın yollara, kendine doğru git gidebildiğin kadar. Keşif boynumuzun borcudur. Kendimizi keşfetmek, aşkı keşfetmek, dünyayı keşfetmek, Öteki'ni keşfetmek... 
(…)
Çakılı kalmamak sırf alışkanlıklardan ötürü demir attığın koylara. Çıkmak oralardan, geçmek dalgakıranların beri tarafına, bilmediğin memleketlere varmak, tatmadığın yemekler yemek, sözlerini anlamadığın şarkılarla içlenmek, risk almak, dağılmak ve parçalanmak ve hasret çekmek buram buram, gurbetin tadına bakmak ve kendini yabancının gözünden görmek, şaşırmak yeniden, şaşırmak bir çocuk gibi dünyanın hallerine, çeşitliliğine, güzelliğine, acımasızlıklarına... şaşırmak ölene kadar... şaşırma kabiliyetini hiç yitirmemek... budur son tahlilde Âdemoğullarına, Havvakızlarına kendilerini keşfettirten serüven."

 
Kafamı karıştırmakta üstüne yok. 
Kendi kafamı karıştırmakta bizzat kendimin üstüne de yoktur. Sadece Elif Şafak'ı suçlayamam, haksızlık olur. 

bu gün yoruldu beynim. tarifsiz bir çaba ile olanı biteni anlamaya herkesi, her şeyin önüne koymaya çalışırken. Beni buradan uzaklara götürecek bir vapur Beşiktaş iskelesinden kalksa... hiçbir yere varmasa... olmaz mı? 

Koşulsuz sevginin doğru adresine mi gitmeli? bu kafayı ancak o açar =)  

çok büyük bir kısır döngü mağarasından seslendim bu akşam sizlere. yarın ya da bir ara tekrar görüşmek üzere 

iyi akşamlar herkese.

fsa. 

iyi bir insan aslında =) 


  







20 Kasım 2010 Cumartesi

Oda / 1

İstanbul, 2007
"vakit geç oldu. ben artık gitmeliyim. ama bil ki hep yan odadayım. İhtiyacın olduğunda sana destek olmak için orada bekliyor olacağım."
---------------
İstanbul, 2010










Bu kilitli kapı yazarın hayatında yeri çok önemli olan ama içinde ne olduğunu kimsenin bilmediği bir odaya açılmaktadır. Tahmin edilir ki yazar burayı içini doldurdukça genişleyen bir oda olarak kullanılmak üzere, çok ünlü bir mimara tasarlatmış ve projenin uygulaması dünyanın en önemli mühendisleri tarafından yapılmıştır. Çünkü bu gün müze olarak kullanılan evin, metrekaresinde hiçbir değişiklik olmasa da bu odanın sürekli olarak yeni içeriklerine yer açmak için hacmini genişlettiği rivayet edilmekte. Kilitli kapı gizeminde kilit bir rolü olan yazar ise sessizliğini koruyor. Bu gün, bu kilitli kapıyı açmak için buradayız. Değerli basın mensupları, bu tarihi ana tanıklık etmek için bizimle birlikte olduğunuz için teşekkür ederiz.
---------------
?, 2010
Kapı açıldığında içeride hiçbir şey bulamayacaklar. Her şeyi yutmuş bir mide fesadı onları bekliyor olacak. Dışarıdan bakan gözler için yerde duran anahtarın hiç bir anlamı olmayacak, ya da yanında duran tuvalet kağıdının, kutusundan bir kez bile çıkmamasına rağmen beriki kalem setinin neden önemli olduğunu hiç kimse bilemeyecek.

Kapının açılışına sponsor olarak medya görünürlüğü sağlamaya çalışan markalar sosyal paylaşım ortamlarında her objenin hikayesini yazdıracak. Hiç bir hikaye yaklaşamayacak gerçeğime. Hepsi daha çok uzaklaşacak. Buna izin verebilir miyim bilmiyorum.

Hikayeyi ve odayı size kendim anlatmak isterim. Oysa bunu canım şu anda hiç istemiyor. Doğrusunu isterseniz o odayı tasarlayan mimarla hiç tanışmadım. Odayı böyle yapmakla ilgili fikrimi bana hiç sormadı. Pislik!

İlk başlarda eğlenceliydi çünkü içinden bir şey çıkartmama gerek kalmadan bir çok yeni şey almış odaya koymuştum. Oysa bir zaman sonra odanın içi içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Elimde çöp poşetleri ile odaya daldığım o günü hatırlıyorum. Her şeyi ama herşeyi battal boy siyah poşetlere teptim. bir hayli yer açmayı başarmış olmanın verdiği haklı gururla elimde çöp poşetleri kapıya yöneldiğimde ilk büyük şoku yaşadım. Kapı her zaman olduğu yerde yoktu. Bu odadan hiçbir şeyin çıkamayacağını o gün anladım.

-------------------

DEVAM EDECEK...

fsa.

15 Kasım 2010 Pazartesi

baslliksiz

uzerimde bir beyaz bulut
saclarimda kokteyl semsiyeleri
ozgurluk sarhoslugu iste
donuyor durmaz deli
tenimiz gunesten yanik
herkes uyumus
dunya uzerinde bir sen bir de ben variz ayik
bizi biz yapandir bak bu farkindalik
seviyorum kendimce
cok seviyorum bu garip duzeni
uzerimde bir beyaz bulut
kulagima sesler geliyor
hepsi yaz yesili

fsa.

19 Ekim 2010 Salı

yollarda

bir kaç gündür yollardayım.
havada, karada... uykuda ve ayıkken...
çok temelde en derinde yatan bir yaraya, ilk yardımla müdahale etmek şeklinde değerlendirebileceğimiz bir etkinliği yönetiyoruz kalabalık bir ekiple. kars'a gidiyoruz, erzurum'a geçiyoruz. mikail'le tanışıyoruz, sonra önder abiyle ne bileyim, kaz evinden nurhan ablayla, trabzon'dan burhan kaptanla... hepsi apaydınlık insanlar. Ancak çok karanlık bir koridordalar. Elinizde bir meşale ile karanlık bir koridorda ilerlediğinizde belli bir noktaya bir süre ışık verebilirsiniz. Belki siz geçtikten bir süre sonra ısısı da kalır. Ancak sonra koridor aynı karanlığa, taş aynı soğukluğa geri döner. Koridorun her duvarına bir meşale yakıp düzenli olarak yandıklarını kontrol etmezseniz, karanlık hakimiyeti ele geçirir. Bilirsiniz ki karanlık kötülükleri örtmesi ile ünlüdür.Karanlıkta kötülük yapmak daha kolaydır. Cinayet işlemek için gece olması bu yüzden beklenir. Tanınamazsınız, tespit edilemezsiniz ve yaptığınız işin faili meçhul kalır...İşte böyle sistematik bir cinayetin izleri var bu coğrafyada. Bakımsız, ilgisiz, karanlık. Güzel şeyler de olmuyor değil, oluyor elbet, yapıyoruz en basit örneği biziz. Ancak güzel, değer katan şeyler, yeterli şeyler değil.
Köklü ve kısır döngüleri kırmak için bir proje üretmek gerekiyor. Ama her şeyden önce bunun işinize gelmesi gerekiyor. Üniversiteler, yerel yönetimler, özel sektör, kamu personelleri, sanatçılar, aydınlarla çalışıyoruz. Bakıyorum her şey yarım, eğreti.. tam olması çoğu egonun işine gelmiyor çünkü. yazıma devam edeceğim şimdilik yollardayım.


f.s.a

4 Ekim 2010 Pazartesi

Boşgörü

Kan sayımı yaptırdım dün, kanımdaki hoşgörü ve güven yüzdesi düşük, sevgi yüzdesi ise çok yüksek çıktı. Elimde bomboş bir reçete var şimdi. Doktorum tedavin boşgörü'dedir diyerek ayrıldı yanımdan. Boşgörülü olmaya çalışıyorum haliyle. Kadınlara ve adamlara boşgörü ile yaklaşıyorum. Bir çeşit pasif olma hali boşgörü. İnsanlara ve olaylara yapay tepkiler verip, kızıyorsanız kızmıyor gibi yapıyorsunuz. Seviyorsanız sevmiyor gibi... Sevmiyorsanız seviyor gibi ya da.. En sevmediğim şey şu yapay haplar.Ama boşgörü kazanmazsam ölebilirmişim. Kişiye boşgörü ile birlikte soysuzluk ve onursuzluk aşılanıyormuş. Bunun iyi sayıldığı durumlar oluyor dedi doktorum. Ben şu an bu bu tür tehditlere karşı çok savunmasızmışım. Bu savunma mekanizmasını yaratmak da boşgörü ile mümkünmüş.

Tedavinin yan etkileri yok değil. Kelimeleriniz dökülüyor, diliniz ve hisleriniz kel kalıyor.

Şu aralar boşgörülüyüm. Boş görü tedavisi doğru sonuç verirse kişi baştan başlayabilirmiş. Kelimeleri anlam, duyguları kelime kazanır, kişi yoluna devam edermiş...

Elimde şimdi boş bir reçete var. Doktorum tedavin boşgörü'dedir diyerek ayrıldı yanımdan.

fsa.

22 Eylül 2010 Çarşamba

dönüş

rönesans'dan yirmibirinci yüzyıl gerçekliğine dönüldü, peki gerçekten dönüldü mü???

7 Eylül 2010 Salı

1) YOU TOO?

Konserin teknik altyapısına, görsel ve işitsel şovuna diyecek laf yok onlara da değineceğim ama U2'nun olmayanlarını bir dökeyim ortaya içimde kalmasın.

- konserden bir gün önce güzel ülkemin çirkin yönetimini ziyaret edip tüm ailesi ile tanışmasını ve bu aileye bir de kırmızı ipod hediye etmesini, konser için yola koyulmaya dakikalar kala öğrendim. Nasıl bir şok geçirdiğimi tahmin edersiniz. (Bu ziyaretin AKP adına yine doğru, yine fikir dolu bir hamle olduğunu burada kabul etmek isterim. "Buradaaaaaannnn apolitik, face paylaşımcısı, BBM iletişimcisi, sefil gençlere falan sesleniyorummmmmmm alııınnn statusünüze yazacak bir aktiviteniz olsun dediiiiik sizin için getirdikkk. Bizi sevin lütfen sevin" mesajını veren bir PRları oldu kanımca. Buradaki düğümü fakir - fukara, cahil - cühela denklemi kadar kolay çözemeyeceklerini anlayınca kesenin ağzını mı açtılar yoksa ben mi kötü niyetliyim neyim bilemedim? Bunu yiyecek var mıdır? Ne olur olmasın...

- Ev gezmesi haberi, Bono'nun köprü de Egemen Bağış ile verdiği pozlar ile devam ediyor ve içimde "düş ordan, düş bono" dedirtecek cinsten bir nefret oluşturuyordu. Ancak yine de o konsere gidilecek o sahne görülecekti. Tüm bu haberleri gördükten sonra Bono'dan üzerinde her dilde evet yazan bir t-shirt ile sahneye çıkmasını bile ihtimaller arasına koydum. Yola öyle çıktım.

- konser anında "stop abusive behaviours in middle east against women and humanbeings" temalı mesajları, burkalı, gözü yeşil kanlara bürünmüş kadınların ve arapça yazıların desteklediği bir görsellik ile veren U2'nun bir gün önce yaptığı ziyaretin nereye olduğunu bilmiyor olması mümkün olabilir miydi? 1995 yılında kaybolan Fehmi Tosun'u bile bilen grup üyelerinin buradaki politik tendence'ı bilmiyor olması gibi bir ihtimale inanıp saflıkta bulunmayacağım, "hayır".

- Köprüyü özel izinle ziyarete açan E.B'ye sahneden yaptığı teşekkür girişimi seyircinin YUH rezistansı ile karşılaşınca, İstanbul gecelerinde göbeğine para sıkıştırırken fotoğraflandığı Dansöz Nuran Sultan gibi kıvırmaya başlayan Bono o dev sahnenin, vermeye çalıştığı, ekranlara yansıttığı tüm o büyük mesajların yanında küçücük kaldı.

- hükümet bono'daki çakma aktivistliği farketmiş olcak ki bu gençlere bononun yanında bir de çakma türk aktivist gösterirsek bizden kralı olmaz'dan hareketle yerinde, akıl dolu bir karar almış. Konser anında ben bile etkilendim. Lise'den beri hiç söylemediğim bir şarkıydı, unuttum sanmıştım hatırladım. Tabi ki de sinirler bozuluyor. Akıllara bir tek soru geliyor: BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU İRLANDA'NIN SOSYETİK U2'SU???

- Yazının bu kısmını bir alıntı yaparak kapatmak istiyorum: "müzikte politik duruşa karşı değilim, ama tutarlı olursa."

------------

2) SAH(a)NE



Bu konu ile ilgili çok konuşmaya gerek yok. Türkiye topraklarında istikrar, adalet, demokrasi yetiştirmediğimiz gibi teknoloji de yetiştirmiyoruz. Hayretimiz doğaldır. Çok sıkı bir U2 dinleyicisi olduğumu söyleyemem. Bildiğim kadarına eşlik edebildiğim bir dünya var orda. Ancak bilip bilmemekten bağımsız bir dünya daha var. O da show business dünyasıdır. Gerçek bir uzay mekiğine benzeyen sahnedeki line arraylere bakınca kocaman bir devin ses tellerine bakıyor gibi hissediyorsunuz. hareket etmedği yön, almadığı şekil kalmayan ledlere de övgülerimiz sonsuzdur. Sonsuz olacaktır...



3)ONE

ne zamandır dinlemeye cesaret bulamadığım bir şarkıydı. ayaklarımı yere sağlam bir şekilde bastım ve şarkı başladı. baktım yıkılmamışım :)insan kendini neye koşullarsa o oluyor. istemek gerçekten önemli. bunca yıl unutmayı hiç istememiş olmam çok garip değil mi? Anlamadığınızı biliyorum, anlamanızı beklemiyorum da.

- Is it getting better?
- Sure.


f.s.a

28 Ağustos 2010 Cumartesi

sosyal paylaşım, kafam karışır, tatil yaklaşır, çek uçağı romaya

teyze olundu, minik adam çok şahane.

anneye yapılan epiduralin tesiri benim bünyemde 2 sn içinde uyuma tesiri yaptı...

bu şuur kaybı ile İtalya'ya gidilme kararı alındı.

fsa

23 Ağustos 2010 Pazartesi

doğmak üzere

Yeni bir bebek katılacak ailemize.
Yaklaşık 7 aydır hazırlıkları süren ve daha doğmadan hayallerimize girerek oldukça çok vaktimizi çalan bu bebeğin aileye katılması sebebi ile Yüksek Ailevi Şura (YAŞ) kararları alınarak ve çeşitli atamalar yapıldı. Teyze pozisyonuna teyze deneyimleri oldukça garip olan bendeniz getirilirken, anne ve babam sınırlı olarak açılan nene ve dede kontenjanını doldurmak üzere atandılar. Bebeğin yasama,yürütme ve yargı gibi süreçlerinin takibine ise ablam ve eşinden oluşacak ikili koalisyon getirildi. Anne ve baba farklılıkları görmesi ve demokratik bir ortamda gelişmesi için bu ikili koalisyonun gerekli olduğunu her fırsatta vurguluyorlar. Geleceğine ilişkin her türlü sorularına cevap bulunan bebeğin tutacağı takım şimdilik netlik kazanmamış müzakere maddeleri arasında yer alıyor.
Koalisyon ortakları basına bir açıklama yapmaktan kaçınıyorlar ama eminim hayatını nasıl yöneteceğini çok iyi bilen, adil ve sevgi dolu bir insan büyütecekler.

fsa
teyze.

30 Temmuz 2010 Cuma

C&C Co.

Cennet & Cehennem Co.

tarihin, doğanın, insanın tezatlıklarının tamamının aynı çatı altında toplandığı iki kapılı firma.

Kurucu :insanoğlunun mükemmeliyetçi ve sapkın hayal gücü
Yönetici :Hayali kuvvet veren bir güç
Misyon :C&C CO.'nun misyonu, evrensel boyutta hayranlık ve korku üretmek, insanın hayal ufkunu genişletmek, toplumun ikiyüzlü gelişimine ön ayak olmak. Bu misyonu gerçekleştirmek için C&C.Co'nun bugün ulaştığı, sadece insanoğlunu kapsayan yüksek düzeyi aşarak, yaşayan, hücresi olan her canlıyı etkisi altına alan bir kurum haline getirilmesi amaçlanmaktadır.
Vizyon : C&C. Co ortalığı karıştırma ağırlıklı bir yönetim modelini benimsemektedir. Buna göre insanların kafalarını karıştırmak için ilave kaynaklar yaratılacak ve vaad edilenlerin kalitesinden ödün verilmeyecektir. Bütün faaliyetlerde mükemmeliğin ölçüsü en üst düzeydir. Sektörde tek olarak mevcudiyetini sürdürmeyi hedeflerinin birincisi yapmıştır.



---------------------

MÜŞTERİ YORUMLARI

bence cennet ve cehennem, akustik özellikleri itibari ile insana ilahi gelen bir yer.

cennet herkesin kibar olduğu bir yer. herkesin saygı uyandırdığı, birbirine karşı da saygı beslediği bir yer. olduğu gibi bir yer. bu açıdan ele alınınca bence cennet insanların hiç gitmediği ve gidemeyeceği bir yer.

cehennemin kafamdaki tasviri insanların şu an yaşadığı dünyadan daha uzak değildir...


fsa

29 Temmuz 2010 Perşembe

kurumsama?

bir odadayım. bu odaya çok yoğun bir havalandırma sesi ve bitki yağlarının iç bayıcı kokusu hakimiyet kurmuş durumda ve karanlık. (ancak bu loşluk ve hoşluk tamamen kişisel bir tercihin sonucudur.)size böyle bir yerden yazıyorum...

yine tüm tozların havaya savrulduğu çok zor bir tufanın ortasında kahramanımız ve tabi ki yine seçim yapmak zorunda. (çok şaşırdınız değil mi?) Kahramanımızın seçeneklerini sıralamak isterim bu aşamada:

1- kuma kafasını gömer ve sonsuz uykusuna devam eder.
2- gözlerini kısıp rüzgara yüzünü döner ve rüzgarı göğüsler.(tahmin edilebilir come what may ekolü)
3- gözlerini kısıp rüzgara sırtını döner ve uzaklaşır.(bilinmez ne olacağı ama yine de come what may ekolü)

ona bir yön verme görevi bana verilmiş olsa da kahramanımızın ne yapacağına yazar olarak henüz kendim de karar vermiş değilim. bu beni kötü bir yazar karakterimizi de zayıf bir karakter mi yapar? öyleyse çok yazık... çok yazık

26 Temmuz 2010 Pazartesi

kaza...

kalbimi çizmiş boydan boya bir dolmuş
ışıkta gelmiş bir de yanımda durmuş
içindeki yüzlerin hepsi
ne kadar tanıdık böyle
sanki bu dolmuş
kanımı dondurmuş
sanki bu dolmuş
zamanı durdurmuş

yok yok öyle
kavga etmek
el sallamak
kaş çatmak
beylik küfürlerimi de dizmeyeceğim suratına
beklesen de yetişmeyeceğim süratine

kalbimi çizmiş boydan boya bir dolmuş
arabamın tekerine bir haylaz çomak sokmuş

"olan olmuş ..."

24 Temmuz 2010 Cumartesi

jubb

I'm not afraid of anything in this world there is nothing you can throw at me that I haven't already heard (bdrm)

16 Temmuz 2010 Cuma

seyahat & tatil yazısı

tatiller ne güzeldir
güneş kremi kokusu
ve bol buzlu su
hayat gailesi geride
neşeler, kucak dolusu

tatiller ne huzurludur
güneşten yanmış yüzler mutlu
hayat dupdurudur


kahkahalar
peki ya o coşku
ah o kabına sığamamalar ne yamandır.

tatiller
ah o tatiller ne büyük tuzaktır.

belki de çok uzaktır.

fsakkoc


*** Bu harflere aldanmayınız, ben niyetliyim yapacağım, sizde yapınız "güzel oluyor"

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Bi Büyük Fest Notları

Normalde güncel haberlerden ve ne yaptığımdan çok bahsetmediğim bir alan burası. Blog'a iş getirmemeye çok niyetliydim. Bu güne kadar...
Çünkü 3 Temmuz 2010 tarihinde organizasyonu Yeni Rakı sponsorluğunda tarafımızdan gerçekleştirilen Bİ BÜYÜK FEST'ten bahsetmemek olmaz.

3 Temmuz sabahı gün boğazda doğmaya başladığında kaslar, kemikler ve sinirler bir haftalık kesintili iki günlük kesintisiz uykusuzluk üzerine iflasını çoktan beyan etmişti. Etmişti etmesine ama başlı başına bir organ olduğunu ve henüz yerinin tespit edilmediğini düşündüğüm sorumluluk bilinci, bu iflasa kredi açmadı.

Gün boyunca, her etkinliğin olmazsa olmazı anlık gelişmeler ve olası sıkıntılar atlatıldıktan, rekor kırılıp masa önünde pozlar verildikten az sonra kalabalık alan içindeki dağınık düzenine kavuştu. Bu süre zarfında katılımcılardan tarafıma iletilen iki diyalog her etkinlikte tekrarlandığı için artık incelemeye alıyorum. Aşağıdaki diyalogda "K" katılımcıyı, "S" ise ben denizi simgelemektedir. Parantez içerisindekiler ise asla sözlü ifade edilmemiş, içimde bir derin sızı olarak kalmıştır. Değerlendirmenize sunarım:
- I -
K: Görevli misiniz?
S: Evet, buyurun efendim.
K: Ben bu etkinlik için bilet aldım. Lounge alanında minder yok nasıl iş bu? Herkes önceden gelip üçer beşer kapmış. Organizasyon bunu hiç görmüyor mu?
S: (Evet ya nasıl bir iş bu, allahım nasıl bir "iş" bu?) Efendim. Lounge alanındaki insanlarda sizin gibi biletli katılımcılarımız. (Belirttiğiniz gibi önceden gelmiş ve yerlerini almışlar.) Alandaki minderlerin adedi, alan metrekaresinin müsaitliği ile sınırlı. Katılımcı adedine göre değil.
K: Ama üçer beşer almışlar. Böyle şey görmedim.
S: (İlk okulda silgisini alan arkadaşından değil de öğretmeninden medet uman zavallı profil sen misin?) Efendim alana erken gelen katılımcılar minder aldı diye onlara müdahale edemem ama arzu ederseniz size blog minderlerimizden verilmesini sağlayabilirim. Uygun mudur? (Bu çenenizi kapatmanıza yardımcı olur mu?)
K: Evet. Teşekkürler.
- II -
Bu diyalogdan önce etkinlik hakkında bir minik detay vereyim. Tribün ve Masalı olmak üzere iki kategori bilet satılmaktaydı. Diyalog Tribün bileti olan bir katılımcı ile benim aramda geçmektedir.
K: Merhaba, ben tribün bileti aldım ama masada oturmak istiyorum. Masa bileti bulamamıştım.
S: Efendim, masalı alanda yerim yok, tüm biletleri satıldı bu yüzden yer bulamadınız. Kaldı ki tribün bileti ile sadece tribünde oturabilirsiniz.
K: Hay Allah, bir deneseydik. Belki gelmeyen olur.
S: (hay Allah, hay allaaaaah, hasbinallaaaah) Efendim mümkün değil ne yazık ki. (hızla anons gelmiş numarası yaparak) Müsaadelerinizi rica ederim. (ve aksi yönde uzaklaşılır.)

Etkinlik sahalarında yaşamak istemediğimiz diyaloglar bunlar diyerek. Gece gözlemlerime ve hislerime devam ederim...
------------

Emre Aydın ve Emel Sayın'ın aynı sahneyi paylaşmasından, Yeni Türkü ile Yeni Rakı markalarının birbirleri ile çok yakışmasına kadar her şey çok keyifliydi. Biz ekip olarak çoktan tükenmiş olabilirdik ama Yeni Rakı tüketimi yeni başlamıştı. Emel Sayın - Emre Aydın düetinde doruklara çıkan kalabalık coşkusu Yeni Türkü ile devam etti. Tam o esnada bacağıma giren krampla cebelleşirken. Derya sahneden seslendi "Ya İçindesindir Çemberin ya da Dışında Yer Alacaksın"... Bense çemberin tam üzerinde duruyordum. Ne kalabalıktan biri olup eğlenebiliyordum ne de kendimi eğlenen insanlardan ayırıp alana dönebiliyordum. Tam üstündeydim çemberin.

Ya da tam dışına çıkarmayı başardım kendimi.

şimdilik bilemiyorum
öylece gülümsüyorum.

21 Haziran 2010 Pazartesi

has'tane

hastane...
daha da komiği doğum katı...
bütün ayaklar şişmiş ve kaçmış derinlere gözlerin akı
koridorlarda hayata ilk tepkilerini veren bebelerin sesleri
en yüksek perdede çınlamakta

derin derin uyumakta bir kadın
serin serin üflemekte haziran akşamı
garip bir düşünce sinsi sinsi tırmanmakta aklımın merdivenlerinden

"neden doğuyor insanlar ve ölüyorlar öylece."
"neden?"

olmayan bir cevabın peşinde doğup,
hayat boyu arayıp
dere tepe atlayıp
puan topladı beşer


cevabını buldu sandı
oysa arayıp da bulduğu
yepyeni bir bebeğin doğumuydu,

sonra sağa doğru döndü bir kadın...

hayat dolu,
bereketli bir memeye tutundu bir can daha

hastanede bir odada
tam da doğum katında...

8 Haziran 2010 Salı

amour perdu

açık sözlü olmakta fayda görüyorum uzun zamandır kendisini bulamadım. gerçekten aradım mı ondan da emin değilim. kapıdan çıktığı günü hatırlıyorum, başkasının kaybettiğini sandığı oysa hiç ummadığı bir anda onu bulduğu günü de.

bir süredir yaptığım gözlemlere dayanarak çok net söyleyebilirim ki aslında hiç kayıp olmayan bir şeyi arayıp durmakta yani boşa vakit kaybetmekteyim.

etrafımda bu kadar güzel şey olurken çamurun içinde sıçrama azmimi taktir ediyorum evet ve yeteri kadar çamuru üzerime bulaştırmayı başardığıma göre...

karıştırıp söylemek gerekirse deep down inside biliyorum ki l'amour perdu nous reviendra comme le printemps ve amour perdu nous reviendra plus fort qu'avant ;)

fsa :)

5 Haziran 2010 Cumartesi

rüyada düşmek...

gece yarısı uyanıkken gördüğünüz rüyalarda, düşersiniz. O an serbest düşüş özgürlüğü hissetseniz de fiziken düşer ancak bunu bilmezsiniz. Ve enkazınızı sabah yine kendiniz bulursunuz. Enkazın içinden canlı çıkmanız mucizedir ama bu mucize size umut değil acı vermektedir.Hafif sıyrıklarla atlattığınız bu sert düşüş sonrasında yaraları iyileştirmek için düştüğünüzü unutmak ve herkesin unutmasını dilemekten başka bir ilacınız yoktur çünkü gece geç saatte uyanıkken görülen rüyalarda yalnız düşmezsiniz. beraberinizde birini de aşağı çekmek,düşüşün olmazsa olmazıdır.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

sabah

uyandık da ne oldu hala bir rüyada değil miyiz?
elimiz ayağımız boşlukta dalgalanır
ve saçlarımız sabah yeşilidir.

duş aldık da ne oldu hala kuru değil mi tenimiz?
endişeler kabuk gibi yapışmış üstümüze bak
ama olsun rüyadayız biz
gerçek değil kanımız ve hatta etimiz.

***
uyandık ve ne oldu?
gerçek dünyanın ışıkları süzdü içimize
şekeri mi koyduk çayımıza
üstüne gazeteyi mi aldık elimize
sanki şöyle bir keyif mi yaptık?

nankörlük de olmasın şimdi denize
her sabah mavi, her sabah mis
martıları da kucaklamış
sanki rüyadayız biz.

11 Mayıs 2010 Salı

uçak

bir uçağa binip havalanmak istiyorum.
Tüm geçmişi geride bırakmak niyeti ile değilde geçmişten kuvvet alıp havalanmak asıl maksadıyla. Tüm yanlış kararlarımı üst üste koyarak oluşturduğum ve üstünde savunma mekanizmalarımdan bir tente bulunan merdivenle o uçağa tırmanmak ve uzaklaşmak... Burada karşımda duran çirkinlikten, sanal bir bellekte yaşayan egolardan uzaklaşmak... Gün boyunca hem kendime hem de olan bitene yabancılaşmak isteğimin hoş görü ile karşılanacağı bir coğrafya bulduğumda fiziken alçalıp, ruhen yükselmek...

20 Nisan 2010 Salı

ya da o bana

umutsuzluğa kapıldım
ya da o bana
ve tüm varlığımı soktum
dehşet saçan bir kapana
düzenin ruhuma açtığı ve
anlık paniklerin kırbaçladığı
bir yara..
kanıyor ve besliyor
doymak bilmeyeni ve
boyuyor dünyayı
kırmızı bir kaygıya.

aaaah koşulsuz sevmelerin kafamdan aşağı döktüğü
şu soğuk sular
hiç bir aşıya cevap vermiyor güvenim
tam da sizin yüzünüzden
oysa isteğim kayıtsız kalmak ve
sahipsiz bırakmak sizi
yalnız kalın istiyorum
tıpkı tanıdığım biri gibi

f.s.a
Nisan 2009

18 Mart 2010 Perşembe

vakit yoksa hayali de mi yok :)

Zamansız olabilirim. Ama bunu yazabildiğime göre demek ki o kadar da zamansız değilim. Biraz sonra bolca zamanımız olduğu hayali ile yola çıkarak güneşli bir haftanın hayali kuracağız*...

Gece camları açık bırakarak uyuduğum için evin içerisinde karşı koyması zor bir okyanus kokusu dolmuş. Kum rengi perdeler sabahın odaya girmesini engellemeye çalışmıyor. Uçuşuyorlar... Bembeyaz yastıklardan kafamızı kaldırmalıyız...

Ahşap zeminle temas eden ayaklarım evi uyandırıyor yavaşça ve zemin şımarık bir tonla mırıldanıyor. Günaydın...Ufak adımlarla yürüyüp bir zamanlar bir bohça olarak kullanıldığını üzerindeki iğne izlerinden anladığım kalın perde ile odamdan ayrılan banyoya ulaşıyorum. Az sonra yüzüm suyun serinliği ile kucaklaşırken zihnim resmi açılışını yapıyor henüz düğmesine bile basmadığım kahve makinesinden çıkacak kokuların hayali ile ayaklarıma "mutfağa!" komutunu veriyor. Şu kahve ne güzel kokuyor...

bir haftalık bu tatilin ilk gününü sessizliğe adadığım için telefonlarım kapalı, televizyonun fişi takılı bile değil. tatil için yanıma aldığım iki şorttan lacivert olanını pijamam ile değiştirip üstünde "holy days are holidays" yazan ve 4 yıldır yaşam mücadelesi veren t-shirt'ümü giyerek kendimi sahile atıyorum. evden yaklaşık bir kilometre kadar uzaklaşıyorum çıplak ayaklarımı kumlara gömerek. denizle muhabbet ediyorum. Benzer bir sakinlik arayan, dün eve yerleşirken veranda da gördüğüm 3 çocuk annesi yan komşumun da kendini sahile atmış olduğunu fark ediyorum. İnsanların bireysel huzur arayışlarının ne kadar ilginç itici güçleri olduğuna ilişkin bir liste yaparken eve yaklaştığımı fark edip kahve ile açtığım uykumu bir kahvaltı ile taçlandırmak üzere eve giren merdivenleri tırmanışım taktire şayan bir görüntü veriyor evrenin ekranlarına:)

Bütün bu günü veranda da kitap okuyarak geçiriyorum.Sadece denizin sesi ve taze sıkılmış meyve sularının eşlik ettiği şahane bir günün tükenmekte olduğunu kitabın üzerindeki dünyayı sayfalardan ayırt edemiyor olduğum için anlıyorum.


------------------

* Tüm hayaller endişesiz ortamda kurulmuştur. Gerçeklik bu hayallere sürtünmemiş ve onları zedelememiştir.

23 Şubat 2010 Salı

status quo

Aklımı karıştıran bir latin işi terim daha size : "STATUS QUO". Ordan bakınca kendi halinde olduğu gibi dümdüz bir öbek olabilir ya da çoğu zaman bir küfür gibi savrulabilir "statükocuuuuu"(uların arasında bir yerine "ğ" koyuverin artık)
Bunun sebebi öbek değil insan oğlunun göbeğidir. Çünkü status quo ekvatoru bile kavrayabilecek genişlikte bir don lastiğidir. Her yere esneyebilir ya da mıh gibi yapışır kalır. Statüko kendi içinde hiçbir şey anlatmaz çünkü koşullar herkesin biricik algısına göredir.

Staus Quo ile ilgili ne dediler?


Dünyaya yön veren ünlü simalar sorduk, statükoyu bizim için anlattılar: )

"Statüko, şu anda içinde bulunduğumuz karmaşık durumun Latince karşılığı."

"Bu arada, sorun para kazanmak değil onu ele geçirmek. Başka bir deyişle, statükoyu yıkmak gerekli çünkü durum eskisi gibi değil."
"Onların savı statükoya uygun ancak statüko bugün için geçerli bir kavram değil."
"Statüko, karşı çıkılamayacak tek çözümdür."

"Statüko beş para etmeyen bir şeydir."
"Statüko adındaki Romalıdan nefret ediyorum!"


Statüko kafamı karıştırıp, statü ko'mu bozma lütfen.

Selo.

18 Şubat 2010 Perşembe

nessun dorma...

Çoğu insan için bir tenor'e yazılmış sıkı aryalardan biri olabilir. Zavallı Calaf'a göre şafak vakti zafere onu ulaştıracak yöntem olabilir nessun dorma... Benim içinse dün gece tarafıma pavarotti'nin yaptığı ikazvari ilahi bir nasihattır nessun dorma... No one shall sleep...kimse uyumasın... Bu çağrıya kulak verdim ama şafak vakti, Calaf gibi Turandot'a değil çok rahatsız bir saatlik bir uykuya kavuştum.

Gecenin sabahla kavuşan bu saatinde benden ve ofisteki diğer üç arkadaşımdan başka kimler uyanık olabilir acaba diye düşünürken uyku ile buluştumm...

Nessun dorma...kimse uyumasın... çünkü şafak vakti zaferimi göreceksiniz... Kaprisli kaknem Turandot'un t'sine erememiş varlığımı ofisteki koltuktan sürüyerek kaldırdım ve şu an anlamsız bir biçimde Calaf'ı düşünüyorum...

il nome suo nessun saprà…
e noi dovrem ahimè, morir, morir!…

8 Şubat 2010 Pazartesi

options

Give me all possible futures.
Consume them so much that,
I'll find nothing to compare my life with.
Offer me so much that
I'll find or think of nowhere to quit.

Meaningless to say...
nothing in the universe but perceptions
have a shape.

Challenge me with all possible obligations
you'll neither have my words nor my rejections
you'll have to face either my stares or my actions.

Make all possible decisions.
Consume them so much that,
not even one concern can survive.
Think of everything that
I'll feel no single heart beat.

Flawless to say...
nothing in the universe but eternity
has a meaning.

Try to breathe in with all your inspirations
you'll neither have my sins nor my salvations
you'll have to face either my moves or my regressions.


f.s.a










21 Ocak 2010 Perşembe

nezaket ve sağduyu

bir gün bizi terk etti...
hayata ve birbirimize hoyrat davranmaya başladık.

Tam olarak ne zaman oldu?

* İlk insan ikinci insana karşı olan ilgisini ve merakını kaybedince
* Sonraki insanlar biricik doğaya olan ilgisini ve merakını kaybedince
* Tüm insanlar kendisine olan ilgisini ve merakını kaybedince

Giden değerler gittikleri yerlere beni de alıp götürse. Vardığım o yerde başkalarını da bulup mutlu olmak umudum, bu gün beni besleyen sayılı gıdalardan aslına bakarsanız... besin değeri de giderek artıyor. Ama bu gıdayı bulmak gün geçtikçe daha zor olmuyor mu?

Temininde güçlük çekilen her şeyde olduğu gibi bu umudu bulmak ve ona tutunmaya çalışmak çok yoruyor beni. Ve kendimi akan zamanın kenarına oturmuş seyir bakarken buluyorum. Umutlarım ise zamanın akıntısında, ayaklar altına sürükleniyor gözlerimin önünde.

Yine de diyorum hep.
Yine de...

19 Ocak 2010 Salı

oksijenim tükendi..

ama derine doğru batmaya devam ediyorum günün ortasında. nasıl huzurlu bir mavilik etrafımdaki anlatamam...Gazeteler yok, televizyonlar da yok, rakamları da geride bıraktım, sesleri de... her şeyi bırakmışlar, dalgalanan bitkilere dönüşüveriyorlar suya değer değmez.

Hava gri, oysa güneş ışıkları kırılıyor suyun içinde. böyle bir huzur bilmiyorum. daha derine dalıyorum. suyun içindeki basıncın sesine karışıyor balıkların meraklı sohbetleri.Çakıl taşları ve kumlar kayıyor ayağımın altında hissetmiyorum ama duyuyorum.
Tarihim balıkların sırtında su yüzüne çıkıyor. elimi atarsam dağılacak diye korkuyorum ve geçitlerine izin veriyorum. hafifliyorum böylelikle, gülümsüyorum.

Böyle bir huzur bilmiyorum.

Gülümsüyorum.