17 Aralık 2007 Pazartesi

hayrettin ve ali osman :)

Cuma akşamı, soğuk bir hava ve heyecanlı bir selooo... dünyanın kendi adıma en ilginç deneyimlerinden birini yaşamak üzere çok sevdiğim canımla buluşup metroya biniyoruz. istikamet profesyonel hayatımın ilk toplantısını gerçekleştirdiğim Ali Sami Yen stadyumu, etkinlik gs - sivas maçı... stada yaklaşırken havai fişek gösterilerine tanık oluyoruz. dere tepe düz gidip kapalı girişinde süregelen karmaşanın bir parçası oluyoruz. kalabalık nefes verdikçe ortalığı kesif bir rakı-bira vb. kokusu kaplıyor, esat'ın (galatasaraylı, rakı sever bir arkadaşımdır) kulaklarını çınlatıyorum=) Harala gürele içeri giriyoruz birşekilde. Ayakta durulası boş bir yer de buluyoruz kendimize ve düdük çalıyor. Rehberim konuyla ilgili engin deneyimlere sahip. bana tribün geleneklerini anlatıyor. Bana anlattıklarını dinlerken bir yandan da rehberimi izliyorum dikkatlice, seviyorum kendisini =) Sonra arkamızda "hayrettin-sevici" olduğunu düşündüğüm bir manyak zat, hayrettin isimli biçare futbolcunun hatrını sormaya başlıyor...hayrettin kangal köpeği, hayrettin'in annesi kötü kadın... hayrettin sevicinin varlığını inkar edip maça dönüyorum...korkunç bir galatasaray sahada, tek kale oynuyor nerdeyse ama gol atamıyor falan, onlar kaçırdıkça kalabalık kızıyor. derken ilk yarı, sivas oyuncularının kendini yere ata ata bir hal olması sonucu 5 dakika uzatmalı olarak, golsüz son buluyor. İkinci yarı kendime yeni bir uğraş buluyorum....HAKAN....kendisi olsa olsa 8 yaşında bir küçük bey. tahminimce benim gibi ilk maç deneyimi=) . soğukta üşümesin diye bere, eldiven, mont, kapşon, kadife pantolon, yün çorap, vb. sıcak tutacağı düşünülen herşeyi hakan'a giydirmiş annesi, babayı tembihlemiş "çocuklara dikkat et". bir ara bir baktım hakan'ın gözleri görünmüyor bere önüne düşmüş,sesini de çıkarmıyor garibim, baba o kadar kaptırmış ki maça...hakan'ın beresini düzelttim, şöyle yüksek bir yer aradım onu çıkartacak ama bulamadım...bu arada kaçırılan her gol benimde sinirimi bozmaya başladı. beklenen goller ikinci yarının son 15 dakikasında peşpeşe geldi. kalabalık hakan'ı ve beni deviriyordu nerdeyse:) neyse galip olarak ayrıldığımız sahadan çıkarken artık açlığımız da kendini hatırlatır olmuştu. Bambi'ye yapılan ziyaretin ardından haydi film izlemeye gidelim dedik...




KABADAYI
Gece 00.30 seansı olmasına rağmen ağzına kadar dolu sinema... En arkalarda köşe diye kimsenin almadığı bir yer bulduğumuz için mutluyuz:) Yerlerimize kuruluyoruz. Ve Fida film'in o sinir bozucu ama bir o kadar da beni huzura gark eden müziği ile iyice sinema havama giriyorum. Dönüp yanımdaki çocuğa bakıyorum sinema perdesinden yansıyan ışık yüzünü aydınlatmış bir süre bakıyorum öyle, içimi kaplayan huzurun kat be kat arttığını hissediyorum...Mutluyum işte... Ve film başlıyor...Karakterler süper, benim favorilerimse, tabiki Ali Osman rolündeki Şener Şen, Karaca rolündeki Aslı Tandoğan ve Sürmeli rolündeki Rasim Öztekin... İsmail Hacıoğlu'na nedendir bilemediğim bir uyuz olma halim var, bu filmde de sevemedim işte.


Filmin müziklerini, daha önce “Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi ( Passion of Christ )”, “The Island (Ada)”, “The Recruit (Çaylak)” gibi ünlü filmlerin müziklerinde imzası olan besteci / müzisyen Benjamin Walken Beladi hazırlamış. Dikkati çekiyor...


Puzo'nun Baba'sındaki Don Carleone erdemlerine sahip bizim türk kabadayı ali osman. kötü karakterimizi devran ismiyle kenan imirzalıoğlu canlandırıyor. Kendisi mafya ile çalışıp polisle işbirliği yapan köstebek rolünde... hikayeyi burda anlatmak yersiz, gidip izleyin tabii.


Öyle ya da böyle saat 03.00'e geldiğinde salonu boşaltan kalabalığın yürüyüşünde bir gariplik seziyorum...Sanki kapıdan her çıkan delikanlı artık birer ali osman olmuş, bir ağırlık, sol omuz üstünden uykulu bakışlarla partnerine yol vermeler=) Bizde çıktık canımla, ortak bir karara vararak..."iyi ki gelmişiz"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder