her gün hayatın bize oynadığı bir oyundur bu,
Günaydın, haydi yüzünü yıka,
bilmecelerinle dolu günün kapında
seni bekliyor, aç ve onu kucakla...
selam vermek istemez misin nefret dolu bu insanlara
belki o an da görmediklerini anlarlar herşeyi.
hırsları un ve kibirleri yumurtadan
mayaları bu yüzden sert ve yürekleri çimentodan
tam sert bir kaya zannederken çarptığın o adamı
parlar belki güneşten yüreği
her gün hayatın bize oynadığı bir oyun işte bu,
kurallarını bildiğin ölçüde keyifli.
28 Eylül 2009 Pazartesi
10 Eylül 2009 Perşembe
1,2,3 ve 4. günlerin ardından...
Selçuk'tayız bugün...Etkinliğin 3. günü, trende geçecek 2. gece. Kolay adapte olunası bir yer demek zor, çünkü uzun bir insanım ve odalar 2 m2 :)
Çok ilginç insanların bir araya geldiği bu demiryolu roadshow'undan söz ediyoruz burada. HG'nin bir sosyal sorumluluk projesi aslında bu demir yolu roadshowu. Geçen sene ilki yapılmış herkes çok eğlenmiş ve beğenmiş bu sene yine yapılıyor. Aile içi şiddete ve çocuk istismarına hayır diyor, çocuklara tiyatrolar seyrettirip, karaoke yaptırıyor, büyüklere ise toplantı ve ciddi gündemleri tartışma ortamı yaratıyor. Hepsini tren istasyonlarında yapıyor. Bazı gözlemlerimi aktarmak isterim:
1.Gün - İzmir Hazırlık 8.09.2009
TCDD trenin geliş saatinden bir türlü emin olamayınca insanın aklına türlü türlü şey geliyor. IKEA ise vagonumuzun herşeyi desem yalan olmaz :) (Hatta önümüzdeki senelerde kendilerinin sponsor alınması konusunda şöyle bir de projem var. Tüm yataklı vagpnlara sponsor olunur. Gidilen yerlerde takılıp sökülebilir materyallerden workshoplar yapılır.
Neyse uzuun uzun bekledikten, tatsız sel ve yağmur haberleri karşısında dehşete düştükten sonra gece tren perona geldi. Bölündü, kesildi, kırıldı ve kurulumu başladı. Sabaha karşı 4'te hepimiz hazır ancak gelin görün ki açtık. Saat 4'te olsa bu sorunu çözümsüz bırakmadığıma yemin edebilirim :)

2. Gün - İzmir // Açılış
Sabah başlayan hummalı çalışma sonucunda tastamam olan ve bir çok önemli isimin katılımı ile saat 14.00'da başlayan açılış töreni eğlenceli, ayaklara yorgunluk verici ve bazen dehşete düşürücüydü. Şöyle ki:
Protokolden kalan köşede çocuklar - ki etkinliğimizin kesin baştacıdırlar - etkinliklerini yerde sıkışarak gerçekleştirdiler. Her şey değişir söyleminden çıkılan yolda hiçbirşeyin değişmediği çok net vurgulanmış "önemli" ziyaretler esnasında aktiviteler yarıda kesilip insanlara baygınlık verilmiştir. Bu insanların teşekkürleri neden sebep herkesi mutlu etmiş ancak 3 ila 6 çocuğun ortamı ağlayarak ve omuzlarını yukarı aşağı oynatarak terketmesine sebep olmuştur. Tüm bunları bir kenara koyduk biz yine de. Çok güzel iki vagona sahiptik hatta en güzel iki vagona sahiptik. Kafamızdakini uygulamanın verdiği gözlerden uyku şeklinde akan mutlulukla günü tamamladık. Gece ise trende uyunacaktı ve nasıl olacağı tam bir merak konusuydu. Sığdık merak etmeyin =)Şişman, ranzanın üstüne uzunsa altına yerleşti. Ele ağır göze büyük gelen valizler yerlerini buldu. (IKEA evinizin herşeyi)
Hayatınızda bir kere de olsa denemenizi de tavsiye ederim hatta şiddetle =)
Sonra uyandım ki...

3.Gün - Selçuk
Çok neşeli süper bir tren garı var. Antik sütunlara bakıyor ve bir restorasyon var sanırım.Sabah mevcut restorasyon çalışması bir yanda ağıııır ağır devam ederken bizler telaşlı kurulumumuzu tamamladık. Muhteşem iki kahvehanenin yamacında tren ahalisi ve kahvehane ahalisi tanıştık, kaynaştık.Çocuklar sahneyi, büyükler toplantı salonlarını doldurdu. Saat 16.00'da dükkanı kapattık. Şirince'ye doğru yola çıktık...

3.Gün - Şirince
İnsanın ömrünü uzatebilecek yerler listemde Bulancak'tan sonraki yerini aldı. Sabun kokulu dar sokakları görülmeyi, şirincenin altını çizen insanı tanışmayı, lezzetli şarapları ise içilmeyi beklemekteydi. Elimizde fotoğraf makinelerimiz keşfettik bizde.(Fotoğrafları ilerleyen günlerde paylaşacağım.) Şirince mazaralı bir yerde yöresel yemeklerden mi tatmadık, yaban mersinli, karadutlu meyveli şaraplarından mı... Şimdi yatma vakti... Yarınsa Denizlideyiz...
Çok ilginç insanların bir araya geldiği bu demiryolu roadshow'undan söz ediyoruz burada. HG'nin bir sosyal sorumluluk projesi aslında bu demir yolu roadshowu. Geçen sene ilki yapılmış herkes çok eğlenmiş ve beğenmiş bu sene yine yapılıyor. Aile içi şiddete ve çocuk istismarına hayır diyor, çocuklara tiyatrolar seyrettirip, karaoke yaptırıyor, büyüklere ise toplantı ve ciddi gündemleri tartışma ortamı yaratıyor. Hepsini tren istasyonlarında yapıyor. Bazı gözlemlerimi aktarmak isterim:
1.Gün - İzmir Hazırlık 8.09.2009
TCDD trenin geliş saatinden bir türlü emin olamayınca insanın aklına türlü türlü şey geliyor. IKEA ise vagonumuzun herşeyi desem yalan olmaz :) (Hatta önümüzdeki senelerde kendilerinin sponsor alınması konusunda şöyle bir de projem var. Tüm yataklı vagpnlara sponsor olunur. Gidilen yerlerde takılıp sökülebilir materyallerden workshoplar yapılır.
Neyse uzuun uzun bekledikten, tatsız sel ve yağmur haberleri karşısında dehşete düştükten sonra gece tren perona geldi. Bölündü, kesildi, kırıldı ve kurulumu başladı. Sabaha karşı 4'te hepimiz hazır ancak gelin görün ki açtık. Saat 4'te olsa bu sorunu çözümsüz bırakmadığıma yemin edebilirim :)

2. Gün - İzmir // Açılış
Sabah başlayan hummalı çalışma sonucunda tastamam olan ve bir çok önemli isimin katılımı ile saat 14.00'da başlayan açılış töreni eğlenceli, ayaklara yorgunluk verici ve bazen dehşete düşürücüydü. Şöyle ki:
Protokolden kalan köşede çocuklar - ki etkinliğimizin kesin baştacıdırlar - etkinliklerini yerde sıkışarak gerçekleştirdiler. Her şey değişir söyleminden çıkılan yolda hiçbirşeyin değişmediği çok net vurgulanmış "önemli" ziyaretler esnasında aktiviteler yarıda kesilip insanlara baygınlık verilmiştir. Bu insanların teşekkürleri neden sebep herkesi mutlu etmiş ancak 3 ila 6 çocuğun ortamı ağlayarak ve omuzlarını yukarı aşağı oynatarak terketmesine sebep olmuştur. Tüm bunları bir kenara koyduk biz yine de. Çok güzel iki vagona sahiptik hatta en güzel iki vagona sahiptik. Kafamızdakini uygulamanın verdiği gözlerden uyku şeklinde akan mutlulukla günü tamamladık. Gece ise trende uyunacaktı ve nasıl olacağı tam bir merak konusuydu. Sığdık merak etmeyin =)Şişman, ranzanın üstüne uzunsa altına yerleşti. Ele ağır göze büyük gelen valizler yerlerini buldu. (IKEA evinizin herşeyi)
Hayatınızda bir kere de olsa denemenizi de tavsiye ederim hatta şiddetle =)
Sonra uyandım ki...

3.Gün - Selçuk
Çok neşeli süper bir tren garı var. Antik sütunlara bakıyor ve bir restorasyon var sanırım.Sabah mevcut restorasyon çalışması bir yanda ağıııır ağır devam ederken bizler telaşlı kurulumumuzu tamamladık. Muhteşem iki kahvehanenin yamacında tren ahalisi ve kahvehane ahalisi tanıştık, kaynaştık.Çocuklar sahneyi, büyükler toplantı salonlarını doldurdu. Saat 16.00'da dükkanı kapattık. Şirince'ye doğru yola çıktık...

3.Gün - Şirince
İnsanın ömrünü uzatebilecek yerler listemde Bulancak'tan sonraki yerini aldı. Sabun kokulu dar sokakları görülmeyi, şirincenin altını çizen insanı tanışmayı, lezzetli şarapları ise içilmeyi beklemekteydi. Elimizde fotoğraf makinelerimiz keşfettik bizde.(Fotoğrafları ilerleyen günlerde paylaşacağım.) Şirince mazaralı bir yerde yöresel yemeklerden mi tatmadık, yaban mersinli, karadutlu meyveli şaraplarından mı... Şimdi yatma vakti... Yarınsa Denizlideyiz...
6 Ağustos 2009 Perşembe
confusion
Je suppose que je pourrais simplement aller
Vais-je décevoir mon avenir si je reste ...?
Nul ne peut connaître la réponse exacte à cette question, je suppose. Surtout si la personne en question est un caractère confus que moi.
une âme perdue,
des questions sans réponse,
des chansons qui n'ont pas de mélodie,
c'est ce que je peux appeler une véritable parodie.
fsa...
Vais-je décevoir mon avenir si je reste ...?
Nul ne peut connaître la réponse exacte à cette question, je suppose. Surtout si la personne en question est un caractère confus que moi.
une âme perdue,
des questions sans réponse,
des chansons qui n'ont pas de mélodie,
c'est ce que je peux appeler une véritable parodie.
fsa...
5 Ağustos 2009 Çarşamba
कब्लोसू कोपन बीर şएयर ओल्दु...
kablosuz...artık herşey kablosuz...
telefonlar...televizyonlar...bilgisayarlar...ve tabiki ilişkiler.. Onların da kablosu koptu artık. Bağlantı hızı düştü ilişkilerin...Özellikle benim gibi geleneksel bir bakış açınız varsa, geçmişe tarifsiz bir özlem duyuyor ve pratikliğin insanları insanlıktan çıkardığını gözlemliyorsanız, kesin farketmişsinizdir sizde bunu.
Bu kablosuz yaşam, bizleri şüpheci ve gitgide daha paranoyak yapıyor... Kabloyla bağlanmak gibi değil işte...Bütün günü telefon başında özveri ve fedakarlıkla beklemek gibi değil kablosuz yaşam... Muğlak, sığ ve güvensiz...bir kere kabloya ihtiyaç duyduğunuzda o orada değilse hayatınız boyunca kablosuz gittiğiniz her yerde o korkuyu yaşıyorsunuz: ya hayata bağlanacak bir kablo bulamazsam??? Bu gerginlik her kasınıza yansımaz mı???Siz siz olmaktan çıkmaz msınız???
hal böyle olunca, sürekli hisseden kalbimiz bir paylaşım klasörü haline geliyor tabi...kablosuz da olsa iletişebildiği her noktada, herkesle bir noktasını paylaşıyor insan ister istemez...kimiyle gizli dosyaları kimiyle minik sohbetleri...bir şekilde bir klasör açılıyor işte anlayacağınız. Tam bu aşamada bir hacker kalbinize güvenli olmayan bir ağdan girmişse, o klasöre format atmak kaçınılmaz olmakla beraber uzun güncellemeler gerektirecektir. Hard-disc'inizi, ana kartınızı (beyninizi - aklınızı) böylesi bağlantı kopukluklarından korumak için onları görünmeyen kablolarla bağlamalısınız yaşama. kendinizi oyalayacak bir şeyleriniz olmalı, kablosuz da olsa kendine yetebilmeli hard-disc dediğin hangi dosyaları açıp hangilerini açmayacağını bilmeli, öğrenmeli ve tecrübelerini unutmamalı...
Kalbinizi, bir diğer kalbe bağlantısı kopmayacak sağlam kablolarla bağlamalısınız.
telefonlar...televizyonlar...bilgisayarlar...ve tabiki ilişkiler.. Onların da kablosu koptu artık. Bağlantı hızı düştü ilişkilerin...Özellikle benim gibi geleneksel bir bakış açınız varsa, geçmişe tarifsiz bir özlem duyuyor ve pratikliğin insanları insanlıktan çıkardığını gözlemliyorsanız, kesin farketmişsinizdir sizde bunu.
Bu kablosuz yaşam, bizleri şüpheci ve gitgide daha paranoyak yapıyor... Kabloyla bağlanmak gibi değil işte...Bütün günü telefon başında özveri ve fedakarlıkla beklemek gibi değil kablosuz yaşam... Muğlak, sığ ve güvensiz...bir kere kabloya ihtiyaç duyduğunuzda o orada değilse hayatınız boyunca kablosuz gittiğiniz her yerde o korkuyu yaşıyorsunuz: ya hayata bağlanacak bir kablo bulamazsam??? Bu gerginlik her kasınıza yansımaz mı???Siz siz olmaktan çıkmaz msınız???
hal böyle olunca, sürekli hisseden kalbimiz bir paylaşım klasörü haline geliyor tabi...kablosuz da olsa iletişebildiği her noktada, herkesle bir noktasını paylaşıyor insan ister istemez...kimiyle gizli dosyaları kimiyle minik sohbetleri...bir şekilde bir klasör açılıyor işte anlayacağınız. Tam bu aşamada bir hacker kalbinize güvenli olmayan bir ağdan girmişse, o klasöre format atmak kaçınılmaz olmakla beraber uzun güncellemeler gerektirecektir. Hard-disc'inizi, ana kartınızı (beyninizi - aklınızı) böylesi bağlantı kopukluklarından korumak için onları görünmeyen kablolarla bağlamalısınız yaşama. kendinizi oyalayacak bir şeyleriniz olmalı, kablosuz da olsa kendine yetebilmeli hard-disc dediğin hangi dosyaları açıp hangilerini açmayacağını bilmeli, öğrenmeli ve tecrübelerini unutmamalı...
Kalbinizi, bir diğer kalbe bağlantısı kopmayacak sağlam kablolarla bağlamalısınız.
17 Temmuz 2009 Cuma
cuma
a noktasında iki yaşam yeni açarken gözlerini
b noktasında huzurlu bir karanlık kapladı, yaşlı bir bedeni
uzun nice cumalar geçirmek üzere doğmuş...
ve beşer,
ayaklarını uzatıp gözünü güneşe kıstığı c noktasından
bulmuş bir sonuç;
a noktasından hareket eden iki yaşamın yaptığı hız
b noktasına vardığında aldığı hazlar toplamına eşitmiş
nice hayatlar boyunca hesaplanmış...
huzurlarının daim olmasını dilediğim ikizlere ve geldiği yere dönen bedenlere, geride izlerini bırakan ruhlara...
f.s.a
b noktasında huzurlu bir karanlık kapladı, yaşlı bir bedeni
uzun nice cumalar geçirmek üzere doğmuş...
ve beşer,
ayaklarını uzatıp gözünü güneşe kıstığı c noktasından
bulmuş bir sonuç;
a noktasından hareket eden iki yaşamın yaptığı hız
b noktasına vardığında aldığı hazlar toplamına eşitmiş
nice hayatlar boyunca hesaplanmış...
huzurlarının daim olmasını dilediğim ikizlere ve geldiği yere dönen bedenlere, geride izlerini bırakan ruhlara...
f.s.a
17 Haziran 2009 Çarşamba
geç kalmak üzerine
son dönem sevmediğim modalarımdan biri
bozuk uyku düzenim ve sabah ağlaklığım
kaçırdığım sadece bir toplantı mıydı
yoksa özgüvenim mi o ardına bakmadan kaçan...
sebebini anlamadığım bir sersemlik hali bu üzerimdeki,
yalan yok aslında, sebebini de biliyorum.
Yüksek sesle söylemeye korktuğum
gizli saklı sırlarımdan biri işte.
Neyse ki uyanılıyor geç de olsa her uykudan
Gün ışığı görmek için cama ihtiyaç duymuyor insan
Mevsim değişikliği yoruyor işte
bir öyle olmak... bir de böyle...
fsa.
bozuk uyku düzenim ve sabah ağlaklığım
kaçırdığım sadece bir toplantı mıydı
yoksa özgüvenim mi o ardına bakmadan kaçan...
sebebini anlamadığım bir sersemlik hali bu üzerimdeki,
yalan yok aslında, sebebini de biliyorum.
Yüksek sesle söylemeye korktuğum
gizli saklı sırlarımdan biri işte.
Neyse ki uyanılıyor geç de olsa her uykudan
Gün ışığı görmek için cama ihtiyaç duymuyor insan
Mevsim değişikliği yoruyor işte
bir öyle olmak... bir de böyle...
fsa.
25 Mayıs 2009 Pazartesi
sebebpsiz
Sebepsizce oturuyordu. Hiç bir kazancı yoktu, kaybı büyüktü. Kalbi çekmişti. Gözleri düşmüştü. Bakıldığında çok parlak bir tablosu yoktu. Öğrendiğini biliyordu ama sabır en sevmediği dersti. Bakmayın kendince iyi notlar alıyordu, "kendince".
Mutfak kapısının ardındaki hayata karışmayı o kadar özlemişti ki yoldan geçen her insan ona acı veriyordu. Sabır taşı yumruk olup boğazına takılıyordu.
Gezdiği köylerin güzellikleri, anlık kısa mutlulukları mevcut durumlarını kurtarmaya artık yetmiyordu, huzuru eksi bakiyedeydi. Huzur ekonomisi artık dalgalanmıyordu bile, sadece düşüşteydi. Minik mutluluklara talep fazlaydı oysa bu anların arzı sınırlıydı ve doğal olarak pahalıydı.
Ne yapacağını bilemez halde oturduğu o köşeden bana böyle gözüküyordu. Çırpınıyordu, fakat çıkamıyordu düştüğü kuyudan. Yanına yaklaştım. Elimi yanağına koydum. Kafasını oynatmadan dolu gözlerini yüzüme dikti. Gülümsedi. Bana ihtiyacı olduğunu biliyordum ama ona yaklaşmak istemiyordum. Ruhunu özgür kılarsam yaşayacağı karmaşayı kaldırıp kaldıramayacağını kestiremiyordum.
Nasıl olduğunu sordum elimi yanağından çekerken. Annesinin çok sevdiği gamzesini ortaya çıkartarak nazikçe gülümsedi "iyiyim, teşekkür ederim" dedi. "sen nasılsın?"
"İyiyim teşekkür ederim" dedim kendi yanağımda bir gamzenin belirdiğini bilerek. Birbirimizi dikkatle inceliyorduk. O bana bakıp bunca zaman nerelerde olduğumun cevabını yüzümde arıyordu bense aslında beni terkedenin kendisi olduğunu bilip bilmediğini anlamaya çalışıyordum.
- Yorgun görünüyorsun, neler yaptın?
- Hiçbirşey aslına bakarsan... sabun köpükleri topladım. Birikmiyorlar biliyor musun? Sen de yorgun görünüyorsun, sen neler yaptın?
- Sen köpükleri toplamaya çalışırken seni seyrettim. Bu da beni çok yordu.
Gülmeye başladık...Bir müddet sonra sessizlik geri geldi. Ona anlatmak zorundaydım.
- Seni terkettim çünkü hayatta kalmak zorundasın. Benle birlikte yaşadıklarını yaparak hayatta kalamazsın en azından şimdilik. Gitmemi sen istedin, çünkü buna da ihtiyacın vardı. Kapında biriken kağıtları, kafanda biriken kaygıları eksiltmek için
şu mutfakta oturman lazım. Kafanı bir duvara vur ve ayıl artık. Oturduğun mutfağın kapısını açmam için beni arıyorsun ama benle gelmeye hazır değilsin. Zamanı gelince seni bu mutfaktan çıkarmak için geleceğim. Şimdi gidtmem gerek. Sıkıldığını biliyorum. Dayanman gerek... Bu bir sabır dersi...Introduction to Patience, Kısaltması IP ve iplememen gerektiğini vurgulamak için böyle.
Neyseki hala gülen birileri vardı içimizde...
- Geldiğin için teşekkür ederim. Seni bekleyeceğim.
- "Biliyorum" dedim. Oradan ayrılır gibi yaptım ve karşıda duran otobüs durağındaki kalabalığa karışıp ona bakmaya devam ettim...
Oturduğu yerden kalktı. Mutfaktan çıkma vakti gelmişti. saat 21.45'ti...
fsa.. istanbul
Mutfak kapısının ardındaki hayata karışmayı o kadar özlemişti ki yoldan geçen her insan ona acı veriyordu. Sabır taşı yumruk olup boğazına takılıyordu.
Gezdiği köylerin güzellikleri, anlık kısa mutlulukları mevcut durumlarını kurtarmaya artık yetmiyordu, huzuru eksi bakiyedeydi. Huzur ekonomisi artık dalgalanmıyordu bile, sadece düşüşteydi. Minik mutluluklara talep fazlaydı oysa bu anların arzı sınırlıydı ve doğal olarak pahalıydı.
Ne yapacağını bilemez halde oturduğu o köşeden bana böyle gözüküyordu. Çırpınıyordu, fakat çıkamıyordu düştüğü kuyudan. Yanına yaklaştım. Elimi yanağına koydum. Kafasını oynatmadan dolu gözlerini yüzüme dikti. Gülümsedi. Bana ihtiyacı olduğunu biliyordum ama ona yaklaşmak istemiyordum. Ruhunu özgür kılarsam yaşayacağı karmaşayı kaldırıp kaldıramayacağını kestiremiyordum.
Nasıl olduğunu sordum elimi yanağından çekerken. Annesinin çok sevdiği gamzesini ortaya çıkartarak nazikçe gülümsedi "iyiyim, teşekkür ederim" dedi. "sen nasılsın?"
"İyiyim teşekkür ederim" dedim kendi yanağımda bir gamzenin belirdiğini bilerek. Birbirimizi dikkatle inceliyorduk. O bana bakıp bunca zaman nerelerde olduğumun cevabını yüzümde arıyordu bense aslında beni terkedenin kendisi olduğunu bilip bilmediğini anlamaya çalışıyordum.
- Yorgun görünüyorsun, neler yaptın?
- Hiçbirşey aslına bakarsan... sabun köpükleri topladım. Birikmiyorlar biliyor musun? Sen de yorgun görünüyorsun, sen neler yaptın?
- Sen köpükleri toplamaya çalışırken seni seyrettim. Bu da beni çok yordu.
Gülmeye başladık...Bir müddet sonra sessizlik geri geldi. Ona anlatmak zorundaydım.
- Seni terkettim çünkü hayatta kalmak zorundasın. Benle birlikte yaşadıklarını yaparak hayatta kalamazsın en azından şimdilik. Gitmemi sen istedin, çünkü buna da ihtiyacın vardı. Kapında biriken kağıtları, kafanda biriken kaygıları eksiltmek için
şu mutfakta oturman lazım. Kafanı bir duvara vur ve ayıl artık. Oturduğun mutfağın kapısını açmam için beni arıyorsun ama benle gelmeye hazır değilsin. Zamanı gelince seni bu mutfaktan çıkarmak için geleceğim. Şimdi gidtmem gerek. Sıkıldığını biliyorum. Dayanman gerek... Bu bir sabır dersi...Introduction to Patience, Kısaltması IP ve iplememen gerektiğini vurgulamak için böyle.
Neyseki hala gülen birileri vardı içimizde...
- Geldiğin için teşekkür ederim. Seni bekleyeceğim.
- "Biliyorum" dedim. Oradan ayrılır gibi yaptım ve karşıda duran otobüs durağındaki kalabalığa karışıp ona bakmaya devam ettim...
Oturduğu yerden kalktı. Mutfaktan çıkma vakti gelmişti. saat 21.45'ti...
fsa.. istanbul
13 Mayıs 2009 Çarşamba
geçmişe "doğru" seyahat
her şeyin ne kadar değiştiğini görmek için bir dönem çok umut yeşerttiğim, benzer umutların hala yeşerdiğini gördüğüm bir yerdeyim şu an.
genç olmakla ilgili sağlam temellere oturtamadığım kendime ait donelerim var elimde o yüzden şu an tanık olduklarım biraz yorucu, biraz üzücü, biraz da kıskançlık sebebi aslında benim için.
ne demek istediğimi size daha açık nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum... net bir cevabı yok gerçekten. kendi tercihlerimize dayalı bir ton yanlış belki de mr. jobs'un dediği gibi ilerde dönüp baktığımda bir ton doğru ile dolu. ikinci ihtimalin doğru olmasını canı gönülden istiyorum yalan söyleyemem...
&&&
neyse güneşli bir gün bu gün; 2006 mayısındaki gibi enseler, kollar, yanaklar kırmızı:) bir kaç tanıdığa rastlamak mümkün oldu. Oysa gözün en çok aradıkları uzakta, yakında belki ama yine de uzak işte.
En çok selini aradı gözlerim, ne de olsa en uzağımda kalan o oldu 2006'dan bu yana.
beytepe & ankara
genç olmakla ilgili sağlam temellere oturtamadığım kendime ait donelerim var elimde o yüzden şu an tanık olduklarım biraz yorucu, biraz üzücü, biraz da kıskançlık sebebi aslında benim için.
ne demek istediğimi size daha açık nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum... net bir cevabı yok gerçekten. kendi tercihlerimize dayalı bir ton yanlış belki de mr. jobs'un dediği gibi ilerde dönüp baktığımda bir ton doğru ile dolu. ikinci ihtimalin doğru olmasını canı gönülden istiyorum yalan söyleyemem...
&&&
neyse güneşli bir gün bu gün; 2006 mayısındaki gibi enseler, kollar, yanaklar kırmızı:) bir kaç tanıdığa rastlamak mümkün oldu. Oysa gözün en çok aradıkları uzakta, yakında belki ama yine de uzak işte.
En çok selini aradı gözlerim, ne de olsa en uzağımda kalan o oldu 2006'dan bu yana.
beytepe & ankara
9 Mayıs 2009 Cumartesi
on....
bir
şeyler eksik,
iki
kişilik bu işte
üç
kuruşluk hesapların
dört
köşe zevklerin
beş
para etmez kalabalıkların var.
altı
üstü hayat yaşadığın ama
yedi
kuleli zindanlarda hapis fikirlerin
sekiz
yaş olgunluğunda sevgilerin ve ben
dokuz
köyden kovulacağım tüm bunları söylediğim için.
on...
ise sadece iki harfi bilinmez ama tahmin edilebilir sonların..
fsa...
şeyler eksik,
iki
kişilik bu işte
üç
kuruşluk hesapların
dört
köşe zevklerin
beş
para etmez kalabalıkların var.
altı
üstü hayat yaşadığın ama
yedi
kuleli zindanlarda hapis fikirlerin
sekiz
yaş olgunluğunda sevgilerin ve ben
dokuz
köyden kovulacağım tüm bunları söylediğim için.
on...
ise sadece iki harfi bilinmez ama tahmin edilebilir sonların..
fsa...
22 Nisan 2009 Çarşamba
"boş bakış" açısı
şu an etrafımda ve hayatımda cereyan eden "kontrolsüz yuvarlanıp gitme" haline ilişkindir diyeceklerim.
Gözümü kapattığım anda karanlığa hücum eden binlerce rengarenk imajla savaşıyor algım. İşte budur tam olarak baş ağrılatrımın sebebi. Dore ayakkabı, üzerine bir kürsü, üzerine para birimleri, üzerine yüksek ses, üzerine telefon kabloları, üzerine birbiri üstüne gelen mailler, iki parmak arasında çevrilen kalemin masaya değdikçe çıkan sesi, jenerik nokia melodisi, havalandırma sesi, tuşlara dokununca çıkan çıt çıt sesler, kahkahanın en yüksek tonu... bardak altlığı, tüm imajlar birbiri üstüne binerek mutlak karanlığı oluşturduğunda sadece havalandırma sesi kalıyor kulaklarda ve kemirdiğim dudaklarımdan bir tuzlu kan tadı alıyorum çok yoğun olmasada...
çok tiz bir ses vardır tam bu anda kulağa gelen, başka yönteme veya soruya ihtiyacın yoktur ama çok yöntem ve ve her yöntemin beraberinde çokça sorusu vardır. Çok yöntem çok soru döne döne birbirine karışır ve kulaktan içeriye giren bir ses girdabı oluşturur, çok tiz bir sestir. Uzun süre öten alarm tizliğindedir. Öten alarmsa huzurunuzun gidiyoruuuuum bye byeeee demesinden başka bir şey değildir.
tüm bu karanlık perdeyi aralayıp gözümü açınca karşı duvara baktığımda gördüğüm tek şey "American Beauty" filmindeki, boşukta süzülen poşettin görüntüsüdür. Kendini iten rüzgara teslim olmuş, uçup hışırdayan poşet... Çok huzurlu bir kare gibi gözükse de içimdeki boşluk ve kafamdaki karmaşayı hiç bir kare daha net anlatamaz...
Parmaklarını sol şakağına bastırıp, yanaklarını hava ile doldurmuştu... ağzından puf baloncukları çıkmaktaydı ve yüzü ekranın ışığı ile parlıyordu. gözleri ekrandan gelen ışığa tepkisini ortaya koyup kızarmıştı. duvara sırtını dönmüş, çenesini kaldırmaksızın gırtlağına doğru 45 derecelik bir açı ile eğmişti. insanın karşıdan bakıldığında göründüğü açıdır bu "boş bakış" açısı... iç acılarının* toplamı ise sonsuza eşittir...
*gülseren'i tanıyan var mı?
pera...
Gözümü kapattığım anda karanlığa hücum eden binlerce rengarenk imajla savaşıyor algım. İşte budur tam olarak baş ağrılatrımın sebebi. Dore ayakkabı, üzerine bir kürsü, üzerine para birimleri, üzerine yüksek ses, üzerine telefon kabloları, üzerine birbiri üstüne gelen mailler, iki parmak arasında çevrilen kalemin masaya değdikçe çıkan sesi, jenerik nokia melodisi, havalandırma sesi, tuşlara dokununca çıkan çıt çıt sesler, kahkahanın en yüksek tonu... bardak altlığı, tüm imajlar birbiri üstüne binerek mutlak karanlığı oluşturduğunda sadece havalandırma sesi kalıyor kulaklarda ve kemirdiğim dudaklarımdan bir tuzlu kan tadı alıyorum çok yoğun olmasada...
çok tiz bir ses vardır tam bu anda kulağa gelen, başka yönteme veya soruya ihtiyacın yoktur ama çok yöntem ve ve her yöntemin beraberinde çokça sorusu vardır. Çok yöntem çok soru döne döne birbirine karışır ve kulaktan içeriye giren bir ses girdabı oluşturur, çok tiz bir sestir. Uzun süre öten alarm tizliğindedir. Öten alarmsa huzurunuzun gidiyoruuuuum bye byeeee demesinden başka bir şey değildir.
tüm bu karanlık perdeyi aralayıp gözümü açınca karşı duvara baktığımda gördüğüm tek şey "American Beauty" filmindeki, boşukta süzülen poşettin görüntüsüdür. Kendini iten rüzgara teslim olmuş, uçup hışırdayan poşet... Çok huzurlu bir kare gibi gözükse de içimdeki boşluk ve kafamdaki karmaşayı hiç bir kare daha net anlatamaz...
Parmaklarını sol şakağına bastırıp, yanaklarını hava ile doldurmuştu... ağzından puf baloncukları çıkmaktaydı ve yüzü ekranın ışığı ile parlıyordu. gözleri ekrandan gelen ışığa tepkisini ortaya koyup kızarmıştı. duvara sırtını dönmüş, çenesini kaldırmaksızın gırtlağına doğru 45 derecelik bir açı ile eğmişti. insanın karşıdan bakıldığında göründüğü açıdır bu "boş bakış" açısı... iç acılarının* toplamı ise sonsuza eşittir...
*gülseren'i tanıyan var mı?
pera...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)