Aklımı karıştıran bir latin işi terim daha size : "STATUS QUO". Ordan bakınca kendi halinde olduğu gibi dümdüz bir öbek olabilir ya da çoğu zaman bir küfür gibi savrulabilir "statükocuuuuu"(uların arasında bir yerine "ğ" koyuverin artık)
Bunun sebebi öbek değil insan oğlunun göbeğidir. Çünkü status quo ekvatoru bile kavrayabilecek genişlikte bir don lastiğidir. Her yere esneyebilir ya da mıh gibi yapışır kalır. Statüko kendi içinde hiçbir şey anlatmaz çünkü koşullar herkesin biricik algısına göredir.
Staus Quo ile ilgili ne dediler?
Dünyaya yön veren ünlü simalar sorduk, statükoyu bizim için anlattılar: )
"Statüko, şu anda içinde bulunduğumuz karmaşık durumun Latince karşılığı."
"Bu arada, sorun para kazanmak değil onu ele geçirmek. Başka bir deyişle, statükoyu yıkmak gerekli çünkü durum eskisi gibi değil."
"Onların savı statükoya uygun ancak statüko bugün için geçerli bir kavram değil."
"Statüko, karşı çıkılamayacak tek çözümdür."
"Statüko beş para etmeyen bir şeydir."
"Statüko adındaki Romalıdan nefret ediyorum!"
Statüko kafamı karıştırıp, statü ko'mu bozma lütfen.
Selo.
23 Şubat 2010 Salı
18 Şubat 2010 Perşembe
nessun dorma...
Çoğu insan için bir tenor'e yazılmış sıkı aryalardan biri olabilir. Zavallı Calaf'a göre şafak vakti zafere onu ulaştıracak yöntem olabilir nessun dorma... Benim içinse dün gece tarafıma pavarotti'nin yaptığı ikazvari ilahi bir nasihattır nessun dorma... No one shall sleep...kimse uyumasın... Bu çağrıya kulak verdim ama şafak vakti, Calaf gibi Turandot'a değil çok rahatsız bir saatlik bir uykuya kavuştum.
Gecenin sabahla kavuşan bu saatinde benden ve ofisteki diğer üç arkadaşımdan başka kimler uyanık olabilir acaba diye düşünürken uyku ile buluştumm...
Nessun dorma...kimse uyumasın... çünkü şafak vakti zaferimi göreceksiniz... Kaprisli kaknem Turandot'un t'sine erememiş varlığımı ofisteki koltuktan sürüyerek kaldırdım ve şu an anlamsız bir biçimde Calaf'ı düşünüyorum...
il nome suo nessun saprà…
e noi dovrem ahimè, morir, morir!…
Gecenin sabahla kavuşan bu saatinde benden ve ofisteki diğer üç arkadaşımdan başka kimler uyanık olabilir acaba diye düşünürken uyku ile buluştumm...
Nessun dorma...kimse uyumasın... çünkü şafak vakti zaferimi göreceksiniz... Kaprisli kaknem Turandot'un t'sine erememiş varlığımı ofisteki koltuktan sürüyerek kaldırdım ve şu an anlamsız bir biçimde Calaf'ı düşünüyorum...
il nome suo nessun saprà…
e noi dovrem ahimè, morir, morir!…
8 Şubat 2010 Pazartesi
options
Give me all possible futures.
Consume them so much that,
I'll find nothing to compare my life with.
Offer me so much that
I'll find or think of nowhere to quit.
Meaningless to say...
nothing in the universe but perceptions
have a shape.
Challenge me with all possible obligations
you'll neither have my words nor my rejections
you'll have to face either my stares or my actions.
Make all possible decisions.
Consume them so much that,
not even one concern can survive.
Think of everything that
I'll feel no single heart beat.
Flawless to say...
nothing in the universe but eternity
has a meaning.
Try to breathe in with all your inspirations
you'll neither have my sins nor my salvations
you'll have to face either my moves or my regressions.
f.s.a
Consume them so much that,
I'll find nothing to compare my life with.
Offer me so much that
I'll find or think of nowhere to quit.
Meaningless to say...
nothing in the universe but perceptions
have a shape.
Challenge me with all possible obligations
you'll neither have my words nor my rejections
you'll have to face either my stares or my actions.
Make all possible decisions.
Consume them so much that,
not even one concern can survive.
Think of everything that
I'll feel no single heart beat.
Flawless to say...
nothing in the universe but eternity
has a meaning.
Try to breathe in with all your inspirations
you'll neither have my sins nor my salvations
you'll have to face either my moves or my regressions.
f.s.a
21 Ocak 2010 Perşembe
nezaket ve sağduyu
bir gün bizi terk etti...
hayata ve birbirimize hoyrat davranmaya başladık.
Tam olarak ne zaman oldu?
* İlk insan ikinci insana karşı olan ilgisini ve merakını kaybedince
* Sonraki insanlar biricik doğaya olan ilgisini ve merakını kaybedince
* Tüm insanlar kendisine olan ilgisini ve merakını kaybedince
Giden değerler gittikleri yerlere beni de alıp götürse. Vardığım o yerde başkalarını da bulup mutlu olmak umudum, bu gün beni besleyen sayılı gıdalardan aslına bakarsanız... besin değeri de giderek artıyor. Ama bu gıdayı bulmak gün geçtikçe daha zor olmuyor mu?
Temininde güçlük çekilen her şeyde olduğu gibi bu umudu bulmak ve ona tutunmaya çalışmak çok yoruyor beni. Ve kendimi akan zamanın kenarına oturmuş seyir bakarken buluyorum. Umutlarım ise zamanın akıntısında, ayaklar altına sürükleniyor gözlerimin önünde.
Yine de diyorum hep.
Yine de...
hayata ve birbirimize hoyrat davranmaya başladık.
Tam olarak ne zaman oldu?
* İlk insan ikinci insana karşı olan ilgisini ve merakını kaybedince
* Sonraki insanlar biricik doğaya olan ilgisini ve merakını kaybedince
* Tüm insanlar kendisine olan ilgisini ve merakını kaybedince
Giden değerler gittikleri yerlere beni de alıp götürse. Vardığım o yerde başkalarını da bulup mutlu olmak umudum, bu gün beni besleyen sayılı gıdalardan aslına bakarsanız... besin değeri de giderek artıyor. Ama bu gıdayı bulmak gün geçtikçe daha zor olmuyor mu?
Temininde güçlük çekilen her şeyde olduğu gibi bu umudu bulmak ve ona tutunmaya çalışmak çok yoruyor beni. Ve kendimi akan zamanın kenarına oturmuş seyir bakarken buluyorum. Umutlarım ise zamanın akıntısında, ayaklar altına sürükleniyor gözlerimin önünde.
Yine de diyorum hep.
Yine de...
19 Ocak 2010 Salı
oksijenim tükendi..
ama derine doğru batmaya devam ediyorum günün ortasında. nasıl huzurlu bir mavilik etrafımdaki anlatamam...Gazeteler yok, televizyonlar da yok, rakamları da geride bıraktım, sesleri de... her şeyi bırakmışlar, dalgalanan bitkilere dönüşüveriyorlar suya değer değmez.
Hava gri, oysa güneş ışıkları kırılıyor suyun içinde. böyle bir huzur bilmiyorum. daha derine dalıyorum. suyun içindeki basıncın sesine karışıyor balıkların meraklı sohbetleri.Çakıl taşları ve kumlar kayıyor ayağımın altında hissetmiyorum ama duyuyorum.
Tarihim balıkların sırtında su yüzüne çıkıyor. elimi atarsam dağılacak diye korkuyorum ve geçitlerine izin veriyorum. hafifliyorum böylelikle, gülümsüyorum.
Böyle bir huzur bilmiyorum.
Gülümsüyorum.
ama derine doğru batmaya devam ediyorum günün ortasında. nasıl huzurlu bir mavilik etrafımdaki anlatamam...Gazeteler yok, televizyonlar da yok, rakamları da geride bıraktım, sesleri de... her şeyi bırakmışlar, dalgalanan bitkilere dönüşüveriyorlar suya değer değmez.
Hava gri, oysa güneş ışıkları kırılıyor suyun içinde. böyle bir huzur bilmiyorum. daha derine dalıyorum. suyun içindeki basıncın sesine karışıyor balıkların meraklı sohbetleri.Çakıl taşları ve kumlar kayıyor ayağımın altında hissetmiyorum ama duyuyorum.
Tarihim balıkların sırtında su yüzüne çıkıyor. elimi atarsam dağılacak diye korkuyorum ve geçitlerine izin veriyorum. hafifliyorum böylelikle, gülümsüyorum.
Böyle bir huzur bilmiyorum.
Gülümsüyorum.

22 Aralık 2009 Salı
yaş
1 günlüğüm henüz
24 yılda hiçliktir öğrendiğim.
tekerrür dolmuşların durağıdır.
100 yıllığım aslında
Kalbim toprak altından çıkmış
antik eserler gibi
kır-ık
ve bir kaç parçası k*yıp hatta.
Haydi ahali
Çağıralım çengileri
Densiz dansı, Başlasın!
Çanak çömlek, Patlasın!
Koca dünya bir çocuğu,
Ben Sansın!
Yaş dediğini görsün dünya
Göz pınarları, Çağlasın!
Uzun hayatın ömürsüz hissiyatları
Akıntıya Kapılsın!
Siz huzurumu örtün üstüme
annem saçımı Okşasın!
f.s.a
24 yılda hiçliktir öğrendiğim.
tekerrür dolmuşların durağıdır.
100 yıllığım aslında
Kalbim toprak altından çıkmış
antik eserler gibi
kır-ık
ve bir kaç parçası k*yıp hatta.
Haydi ahali
Çağıralım çengileri
Densiz dansı, Başlasın!
Çanak çömlek, Patlasın!
Koca dünya bir çocuğu,
Ben Sansın!
Yaş dediğini görsün dünya
Göz pınarları, Çağlasın!
Uzun hayatın ömürsüz hissiyatları
Akıntıya Kapılsın!
Siz huzurumu örtün üstüme
annem saçımı Okşasın!
f.s.a
7 Aralık 2009 Pazartesi
7.12.2009 // 4 günlük bir tatil sonrası yazısıdır.
günaydın;
sabah 6 da uyanıp 8.30 başlayacak bir toplantıya gelmiştim İstanbul'un en güzel köşelerinden biri olan çırağan'a. Ne yazık ki diyemeyeceğim, toplantı 10.00'a alındı. Ben boğazla karşı karşıya kaldım. Güneşin parlak sarıları, saraydaki balo salonunun yüksek pencerelerini tıklatıyor şu an ve avlu eteklerinde ziller karşılamakta bu güzel pazartesi gününü. Bir yerlerde politikacılar yalan söyler, çoğu insan işine koşarken burada bir yabancı olarak benim için ise hayat tamamı ile havalandırmadan gelen yoğun ve uzaklardan gelen belli belirsiz piyano sesinden ibaret.
Buralarda bir dönem bir hayatın sürdürülmüş olması fikri bile beni çılgına çevirirken insanların gelip böyle bir yerin otopsisini yapar gibi sağdan sola 20 yukarıdan aşağı 7 metre, data kutuları şöyle, servis noktaları böyle diye konuşmalarına tanık olmak gerçeği hatırlatıyor biraz. "Bir toplantın var kızım silkelen ve kendine gel." Diyorum çünkü bu havadan sıyrılamayınca toplantıyı dinleyemezsiniz. Bana gülebilirsiniz evet belki 21. yüzyılın yetiştirdiği, Zekeriya Beyaz ve Zuhal Topal'dan sonra yaşayan en büyük romantiği benim. (Bir de kalbi basın mensuplarına sık sık kırılan başbakan var özür dilerim.)
İnternette çırağanla ilgili şöyle bir bilgi buldum:"4 yılda 4 milyon altına mal olan.... yapımı için Avrupa devletlerinden borç alınmıştır. Acıklı bir lüks düşkünlüğü desek yalan olmaz ancak iyiki de almışlar diyor insanın bir yanı bu müthiş avluda durup Boğaz'ı ve Kız Kulesini seyredeken.
Devam edeceğim... ama şimdilik toplantı için son 15 dk.
f.s.a
Çırağan Sarayı
sabah 6 da uyanıp 8.30 başlayacak bir toplantıya gelmiştim İstanbul'un en güzel köşelerinden biri olan çırağan'a. Ne yazık ki diyemeyeceğim, toplantı 10.00'a alındı. Ben boğazla karşı karşıya kaldım. Güneşin parlak sarıları, saraydaki balo salonunun yüksek pencerelerini tıklatıyor şu an ve avlu eteklerinde ziller karşılamakta bu güzel pazartesi gününü. Bir yerlerde politikacılar yalan söyler, çoğu insan işine koşarken burada bir yabancı olarak benim için ise hayat tamamı ile havalandırmadan gelen yoğun ve uzaklardan gelen belli belirsiz piyano sesinden ibaret.
Buralarda bir dönem bir hayatın sürdürülmüş olması fikri bile beni çılgına çevirirken insanların gelip böyle bir yerin otopsisini yapar gibi sağdan sola 20 yukarıdan aşağı 7 metre, data kutuları şöyle, servis noktaları böyle diye konuşmalarına tanık olmak gerçeği hatırlatıyor biraz. "Bir toplantın var kızım silkelen ve kendine gel." Diyorum çünkü bu havadan sıyrılamayınca toplantıyı dinleyemezsiniz. Bana gülebilirsiniz evet belki 21. yüzyılın yetiştirdiği, Zekeriya Beyaz ve Zuhal Topal'dan sonra yaşayan en büyük romantiği benim. (Bir de kalbi basın mensuplarına sık sık kırılan başbakan var özür dilerim.)
İnternette çırağanla ilgili şöyle bir bilgi buldum:"4 yılda 4 milyon altına mal olan.... yapımı için Avrupa devletlerinden borç alınmıştır. Acıklı bir lüks düşkünlüğü desek yalan olmaz ancak iyiki de almışlar diyor insanın bir yanı bu müthiş avluda durup Boğaz'ı ve Kız Kulesini seyredeken.
Devam edeceğim... ama şimdilik toplantı için son 15 dk.
f.s.a
Çırağan Sarayı
28 Kasım 2009 Cumartesi
14 Kasım 2009 Cumartesi
mektup // kesinlikle paulo coehlo'nunki değil :)
hayatım,
yaşamakta olduğum bu dönem hayatımın en güzel dönemi değil o yüzden sana bu aralar ne yaptığımdan bahsetmeyeceğim. Geçirdiğim en güzel anlar seni özleyerek geçenler. Birazcık matematiğe vurursan her anımın güzel geçtiğini göreceksin. Bu da mektubumun ilk cümlesi ile ciddi bir çelişki yaratacak. güzel kafan karışsın, gülen gözlerin kısılsın istemem ama bu denklemi ben de çözemedim henüz. Yine mektubumun ilk cümlesinde bahsettiğim gibi bu mektubumda geçirmekte olduğum kafa karıştırıcı günlerden değil boş ama keyif veren şeylerden bahsedeceğim, izlediğim bir filmden dinlediğim bir şarkıdan...
Dün akşam bir kaç arkadaşımla birlikte gittiğim bir yerde yeni yasal düzenleme sebebi ile içeride yasak olduğu için, sigara içmek üzere dışarı çıktım. Soğuğu sevmesemde insanların duman kokmadan evlerine dönmesini sağlayan bu yasal düzenleme dün insanların hayatlarına bir göz atmamı sağladı. O ana geri dönüyorum hayatım şimdi...
Kırmızı ayakkabıları, ne giydiğini unutturacak kadar korkunç sarı saçları olan bir kadınla kesinlikle bu durumu hiç umursamayan bir adam gördüm. Aşkın insanların gözünü kör ettiği doğrudur diyebilirim o yüzden. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bu durum için daha güzel bir açıklaması var biliyor musun? "Anlamıyor musun? /Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar/ Ben sevilmediğimden böyle çirkinim". ne zaman bir arkadaşım "onda ne buluyor ki? dese aklıma gelir bu satırlar. Karşılarında kendi güzel yüzlerini görür aşıklar. Sen çok uzağa gidene ve beraberinde onu götürene kadar kendi güzel yüzümü görebildiğim bir aynam vardı. Geri getireceğin günü bekliyorum hayatım sabırla.
Neyse kendilerinden ve dünyadan habersiz çiftimiz arabalarına binip ayrılırken bende sigaramı söndürdüm. İçeri dönüm. Masada bıraktığım arkadaşlarım konuşmalarına devam ediyorlardı. Bir süre daha arkadaşlarımı beni evlat edinmeye zorladım:) Bu konuyu bir süre daha konuştuktan sonra sohbeti tükettik ve hepimiz uzun iş günün yorgunluğundan tükendik. Sonra eve geldim. Mektubun bu kısmı yine ilk cümledeki can sıkıcı detayları içeriyor. o yüzden hızlı geçeceğim. Ancak bilmeni isterim ki gece benim bu satırlarda bahsettiğim hızla geçmedi ve uyku çok talep etmeme rağmen arz-ı endam etmedi. Gözümde gözlüklerim ve elimde bir otobiyografi ile uyuya kaldığımda inanmayacaksın ama saat sabahın 4ü olmuştu.
Ertesi sabah yani bu sabah uyandım, yapmam gereken ve burada bahsetmeyeceğim sıkıcı bilgisayar işlerimi yaptım. Sonra bir film izledim. Değişik dünyaları konu alan bir filmdi "Todo sombre mi madre" diye bol ödüllü bir film. Film bitince sen ilk ne derdin diye tahminlerde bulunmaya çalıştım. bu yüzden buraya geldiğinde birlikte izlemeliyiz ve tahminimin doğru olup olmadığını görmeliyim :)
film biteli bir saat oldu. camı açtım az önce evin önünden geçen bir arabayla sana bir hediye gönderiyorum. Çok neşeli bir şarkıdır. Dilerim sana ulaşır:
// at work me jus take time, and all thru me coffee break time//me say a lil prayer for you...
iyi bak kendine
fsa
yaşamakta olduğum bu dönem hayatımın en güzel dönemi değil o yüzden sana bu aralar ne yaptığımdan bahsetmeyeceğim. Geçirdiğim en güzel anlar seni özleyerek geçenler. Birazcık matematiğe vurursan her anımın güzel geçtiğini göreceksin. Bu da mektubumun ilk cümlesi ile ciddi bir çelişki yaratacak. güzel kafan karışsın, gülen gözlerin kısılsın istemem ama bu denklemi ben de çözemedim henüz. Yine mektubumun ilk cümlesinde bahsettiğim gibi bu mektubumda geçirmekte olduğum kafa karıştırıcı günlerden değil boş ama keyif veren şeylerden bahsedeceğim, izlediğim bir filmden dinlediğim bir şarkıdan...
Dün akşam bir kaç arkadaşımla birlikte gittiğim bir yerde yeni yasal düzenleme sebebi ile içeride yasak olduğu için, sigara içmek üzere dışarı çıktım. Soğuğu sevmesemde insanların duman kokmadan evlerine dönmesini sağlayan bu yasal düzenleme dün insanların hayatlarına bir göz atmamı sağladı. O ana geri dönüyorum hayatım şimdi...
Kırmızı ayakkabıları, ne giydiğini unutturacak kadar korkunç sarı saçları olan bir kadınla kesinlikle bu durumu hiç umursamayan bir adam gördüm. Aşkın insanların gözünü kör ettiği doğrudur diyebilirim o yüzden. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bu durum için daha güzel bir açıklaması var biliyor musun? "Anlamıyor musun? /Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar/ Ben sevilmediğimden böyle çirkinim". ne zaman bir arkadaşım "onda ne buluyor ki? dese aklıma gelir bu satırlar. Karşılarında kendi güzel yüzlerini görür aşıklar. Sen çok uzağa gidene ve beraberinde onu götürene kadar kendi güzel yüzümü görebildiğim bir aynam vardı. Geri getireceğin günü bekliyorum hayatım sabırla.
Neyse kendilerinden ve dünyadan habersiz çiftimiz arabalarına binip ayrılırken bende sigaramı söndürdüm. İçeri dönüm. Masada bıraktığım arkadaşlarım konuşmalarına devam ediyorlardı. Bir süre daha arkadaşlarımı beni evlat edinmeye zorladım:) Bu konuyu bir süre daha konuştuktan sonra sohbeti tükettik ve hepimiz uzun iş günün yorgunluğundan tükendik. Sonra eve geldim. Mektubun bu kısmı yine ilk cümledeki can sıkıcı detayları içeriyor. o yüzden hızlı geçeceğim. Ancak bilmeni isterim ki gece benim bu satırlarda bahsettiğim hızla geçmedi ve uyku çok talep etmeme rağmen arz-ı endam etmedi. Gözümde gözlüklerim ve elimde bir otobiyografi ile uyuya kaldığımda inanmayacaksın ama saat sabahın 4ü olmuştu.
Ertesi sabah yani bu sabah uyandım, yapmam gereken ve burada bahsetmeyeceğim sıkıcı bilgisayar işlerimi yaptım. Sonra bir film izledim. Değişik dünyaları konu alan bir filmdi "Todo sombre mi madre" diye bol ödüllü bir film. Film bitince sen ilk ne derdin diye tahminlerde bulunmaya çalıştım. bu yüzden buraya geldiğinde birlikte izlemeliyiz ve tahminimin doğru olup olmadığını görmeliyim :)
film biteli bir saat oldu. camı açtım az önce evin önünden geçen bir arabayla sana bir hediye gönderiyorum. Çok neşeli bir şarkıdır. Dilerim sana ulaşır:
// at work me jus take time, and all thru me coffee break time//me say a lil prayer for you...
iyi bak kendine
fsa
11 Kasım 2009 Çarşamba
bazı insanlar... zaman geçirmezdir...
...yaşlanmaz, eskimez ve ölmezler.
O da onlardan biriydi. En önemlileriydi belkide. Tarihin kaderini değiştirmişti, insanların kaderini değiştirmişti. Kaderi değişikti. Büyük ihtimalle şu an yazdığım "kader" kelimesine çok kızardı. "Olanları kaderle açıklayamazsın çocuk; bu millet eliyle,etiyle,dişiyle ve tırnağı ile yazdı bu tarihi" derdi. "Bunun gücünü hafife alma".
O zaman geçirmez bir adam şüphesiz. Mavi gözlerindeki ateş asla sönmedi.Peşine taktığı kalabalıklar hiç azalmadı.Çirkef arttı, fesat arttı...Uzadı ve uzandı diller.Ama o bunlara hiç aldırmadı. "Üzülmemi isterler çocuk" dedi. "Seni de üzmek ve yıldırmak isteyecekler." "Seni üzülmüş ve yılmış görmek beni üzecek esas; bu çirkefler değil. Keşke burada olsan diye okunan şiirlerden bıktım çocuk. Binlerce tohum ektim ben gitmeden. Süs çiçeği olsunlar diye değil ; verimli, bereketli olsunlar, her iklime dayansınlar, toprağı gururlandırsılar istedim. Beni bu çirkef üzmez çocuk. Bu tohumların derin uykusudur yüreğime batan."
Dün zaman geçirmez adamı ziyarete gittik. Kimimiz bir okul bahçesinde, kimimiz huzuru kaçık bir uykuda olduğu evinde, kimimiz arabada, bazılarımız ofislerinde... Onu özlememek mümkün değil şüphesiz. Ama onu yılda bir kez özleyip, bir dakikalık, "ne yaptık biz güzel insan sessizliği"ne gömülmektense her gün ona ve kendimize duyduğumuz saygı ile çalışsak. Verimli ve bereketli olsak, onun gibi.
Her yeni aydınlık fikirle tekrar doğar. Mustafa Kemal zaman geçirmezdir... Yaşlanmaz, eskimez ve ölmez...
f.s.a
O da onlardan biriydi. En önemlileriydi belkide. Tarihin kaderini değiştirmişti, insanların kaderini değiştirmişti. Kaderi değişikti. Büyük ihtimalle şu an yazdığım "kader" kelimesine çok kızardı. "Olanları kaderle açıklayamazsın çocuk; bu millet eliyle,etiyle,dişiyle ve tırnağı ile yazdı bu tarihi" derdi. "Bunun gücünü hafife alma".
O zaman geçirmez bir adam şüphesiz. Mavi gözlerindeki ateş asla sönmedi.Peşine taktığı kalabalıklar hiç azalmadı.Çirkef arttı, fesat arttı...Uzadı ve uzandı diller.Ama o bunlara hiç aldırmadı. "Üzülmemi isterler çocuk" dedi. "Seni de üzmek ve yıldırmak isteyecekler." "Seni üzülmüş ve yılmış görmek beni üzecek esas; bu çirkefler değil. Keşke burada olsan diye okunan şiirlerden bıktım çocuk. Binlerce tohum ektim ben gitmeden. Süs çiçeği olsunlar diye değil ; verimli, bereketli olsunlar, her iklime dayansınlar, toprağı gururlandırsılar istedim. Beni bu çirkef üzmez çocuk. Bu tohumların derin uykusudur yüreğime batan."
Dün zaman geçirmez adamı ziyarete gittik. Kimimiz bir okul bahçesinde, kimimiz huzuru kaçık bir uykuda olduğu evinde, kimimiz arabada, bazılarımız ofislerinde... Onu özlememek mümkün değil şüphesiz. Ama onu yılda bir kez özleyip, bir dakikalık, "ne yaptık biz güzel insan sessizliği"ne gömülmektense her gün ona ve kendimize duyduğumuz saygı ile çalışsak. Verimli ve bereketli olsak, onun gibi.
Her yeni aydınlık fikirle tekrar doğar. Mustafa Kemal zaman geçirmezdir... Yaşlanmaz, eskimez ve ölmez...
f.s.a
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)