22 Aralık 2009 Salı

yaş

1 günlüğüm henüz
24 yılda hiçliktir öğrendiğim.
tekerrür dolmuşların durağıdır.
100 yıllığım aslında
Kalbim toprak altından çıkmış
antik eserler gibi
kır-ık
ve bir kaç parçası k*yıp hatta.

Haydi ahali

Çağıralım çengileri
Densiz dansı, Başlasın!

Çanak çömlek, Patlasın!
Koca dünya bir çocuğu,
Ben Sansın!

Yaş dediğini görsün dünya
Göz pınarları, Çağlasın!

Uzun hayatın ömürsüz hissiyatları
Akıntıya Kapılsın!

Siz huzurumu örtün üstüme
annem saçımı Okşasın!

f.s.a

7 Aralık 2009 Pazartesi

7.12.2009 // 4 günlük bir tatil sonrası yazısıdır.

günaydın;

sabah 6 da uyanıp 8.30 başlayacak bir toplantıya gelmiştim İstanbul'un en güzel köşelerinden biri olan çırağan'a. Ne yazık ki diyemeyeceğim, toplantı 10.00'a alındı. Ben boğazla karşı karşıya kaldım. Güneşin parlak sarıları, saraydaki balo salonunun yüksek pencerelerini tıklatıyor şu an ve avlu eteklerinde ziller karşılamakta bu güzel pazartesi gününü. Bir yerlerde politikacılar yalan söyler, çoğu insan işine koşarken burada bir yabancı olarak benim için ise hayat tamamı ile havalandırmadan gelen yoğun ve uzaklardan gelen belli belirsiz piyano sesinden ibaret.

Buralarda bir dönem bir hayatın sürdürülmüş olması fikri bile beni çılgına çevirirken insanların gelip böyle bir yerin otopsisini yapar gibi sağdan sola 20 yukarıdan aşağı 7 metre, data kutuları şöyle, servis noktaları böyle diye konuşmalarına tanık olmak gerçeği hatırlatıyor biraz. "Bir toplantın var kızım silkelen ve kendine gel." Diyorum çünkü bu havadan sıyrılamayınca toplantıyı dinleyemezsiniz. Bana gülebilirsiniz evet belki 21. yüzyılın yetiştirdiği, Zekeriya Beyaz ve Zuhal Topal'dan sonra yaşayan en büyük romantiği benim. (Bir de kalbi basın mensuplarına sık sık kırılan başbakan var özür dilerim.)

İnternette çırağanla ilgili şöyle bir bilgi buldum:"4 yılda 4 milyon altına mal olan.... yapımı için Avrupa devletlerinden borç alınmıştır. Acıklı bir lüks düşkünlüğü desek yalan olmaz ancak iyiki de almışlar diyor insanın bir yanı bu müthiş avluda durup Boğaz'ı ve Kız Kulesini seyredeken.

Devam edeceğim... ama şimdilik toplantı için son 15 dk.

f.s.a

Çırağan Sarayı

14 Kasım 2009 Cumartesi

mektup // kesinlikle paulo coehlo'nunki değil :)

hayatım,

yaşamakta olduğum bu dönem hayatımın en güzel dönemi değil o yüzden sana bu aralar ne yaptığımdan bahsetmeyeceğim. Geçirdiğim en güzel anlar seni özleyerek geçenler. Birazcık matematiğe vurursan her anımın güzel geçtiğini göreceksin. Bu da mektubumun ilk cümlesi ile ciddi bir çelişki yaratacak. güzel kafan karışsın, gülen gözlerin kısılsın istemem ama bu denklemi ben de çözemedim henüz. Yine mektubumun ilk cümlesinde bahsettiğim gibi bu mektubumda geçirmekte olduğum kafa karıştırıcı günlerden değil boş ama keyif veren şeylerden bahsedeceğim, izlediğim bir filmden dinlediğim bir şarkıdan...

Dün akşam bir kaç arkadaşımla birlikte gittiğim bir yerde yeni yasal düzenleme sebebi ile içeride yasak olduğu için, sigara içmek üzere dışarı çıktım. Soğuğu sevmesemde insanların duman kokmadan evlerine dönmesini sağlayan bu yasal düzenleme dün insanların hayatlarına bir göz atmamı sağladı. O ana geri dönüyorum hayatım şimdi...

Kırmızı ayakkabıları, ne giydiğini unutturacak kadar korkunç sarı saçları olan bir kadınla kesinlikle bu durumu hiç umursamayan bir adam gördüm. Aşkın insanların gözünü kör ettiği doğrudur diyebilirim o yüzden. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bu durum için daha güzel bir açıklaması var biliyor musun? "Anlamıyor musun? /Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar/ Ben sevilmediğimden böyle çirkinim". ne zaman bir arkadaşım "onda ne buluyor ki? dese aklıma gelir bu satırlar. Karşılarında kendi güzel yüzlerini görür aşıklar. Sen çok uzağa gidene ve beraberinde onu götürene kadar kendi güzel yüzümü görebildiğim bir aynam vardı. Geri getireceğin günü bekliyorum hayatım sabırla.

Neyse kendilerinden ve dünyadan habersiz çiftimiz arabalarına binip ayrılırken bende sigaramı söndürdüm. İçeri dönüm. Masada bıraktığım arkadaşlarım konuşmalarına devam ediyorlardı. Bir süre daha arkadaşlarımı beni evlat edinmeye zorladım:) Bu konuyu bir süre daha konuştuktan sonra sohbeti tükettik ve hepimiz uzun iş günün yorgunluğundan tükendik. Sonra eve geldim. Mektubun bu kısmı yine ilk cümledeki can sıkıcı detayları içeriyor. o yüzden hızlı geçeceğim. Ancak bilmeni isterim ki gece benim bu satırlarda bahsettiğim hızla geçmedi ve uyku çok talep etmeme rağmen arz-ı endam etmedi. Gözümde gözlüklerim ve elimde bir otobiyografi ile uyuya kaldığımda inanmayacaksın ama saat sabahın 4ü olmuştu.

Ertesi sabah yani bu sabah uyandım, yapmam gereken ve burada bahsetmeyeceğim sıkıcı bilgisayar işlerimi yaptım. Sonra bir film izledim. Değişik dünyaları konu alan bir filmdi "Todo sombre mi madre" diye bol ödüllü bir film. Film bitince sen ilk ne derdin diye tahminlerde bulunmaya çalıştım. bu yüzden buraya geldiğinde birlikte izlemeliyiz ve tahminimin doğru olup olmadığını görmeliyim :)

film biteli bir saat oldu. camı açtım az önce evin önünden geçen bir arabayla sana bir hediye gönderiyorum. Çok neşeli bir şarkıdır. Dilerim sana ulaşır:

// at work me jus take time, and all thru me coffee break time//me say a lil prayer for you...

iyi bak kendine

fsa

11 Kasım 2009 Çarşamba

bazı insanlar... zaman geçirmezdir...

...yaşlanmaz, eskimez ve ölmezler.

O da onlardan biriydi. En önemlileriydi belkide. Tarihin kaderini değiştirmişti, insanların kaderini değiştirmişti. Kaderi değişikti. Büyük ihtimalle şu an yazdığım "kader" kelimesine çok kızardı. "Olanları kaderle açıklayamazsın çocuk; bu millet eliyle,etiyle,dişiyle ve tırnağı ile yazdı bu tarihi" derdi. "Bunun gücünü hafife alma".

O zaman geçirmez bir adam şüphesiz. Mavi gözlerindeki ateş asla sönmedi.Peşine taktığı kalabalıklar hiç azalmadı.Çirkef arttı, fesat arttı...Uzadı ve uzandı diller.Ama o bunlara hiç aldırmadı. "Üzülmemi isterler çocuk" dedi. "Seni de üzmek ve yıldırmak isteyecekler." "Seni üzülmüş ve yılmış görmek beni üzecek esas; bu çirkefler değil. Keşke burada olsan diye okunan şiirlerden bıktım çocuk. Binlerce tohum ektim ben gitmeden. Süs çiçeği olsunlar diye değil ; verimli, bereketli olsunlar, her iklime dayansınlar, toprağı gururlandırsılar istedim. Beni bu çirkef üzmez çocuk. Bu tohumların derin uykusudur yüreğime batan."

Dün zaman geçirmez adamı ziyarete gittik. Kimimiz bir okul bahçesinde, kimimiz huzuru kaçık bir uykuda olduğu evinde, kimimiz arabada, bazılarımız ofislerinde... Onu özlememek mümkün değil şüphesiz. Ama onu yılda bir kez özleyip, bir dakikalık, "ne yaptık biz güzel insan sessizliği"ne gömülmektense her gün ona ve kendimize duyduğumuz saygı ile çalışsak. Verimli ve bereketli olsak, onun gibi.

Her yeni aydınlık fikirle tekrar doğar. Mustafa Kemal zaman geçirmezdir... Yaşlanmaz, eskimez ve ölmez...

f.s.a

30 Ekim 2009 Cuma

"ET" ADASI

burası bir atalet adası
tepkisizlikler gırtlağa kadar
burası bir ihanet adası
sırtımızda bıçaklar
burası bir esaret adası
önümüzde kapalı kapılar - ki anahtarlarını yutmuş dev bir kuş.
uçmuş da uçmuuş...

burası bir rezalet adası
burası bir sefalet adası
burası bir ahşap ada
dört tarafı çevrili hayatla
oda anlayana...

burası bir kefaret adası
kimbilir nelerin bedelini ödediğimiz
burası bir ada
düşünmeyen etlerden mürekkep
düşünenler bir tek şeyden yoksun...
ADALET.

24 Ekim 2009 Cumartesi

mixed spelling game

l... for the inital of your name and o for all the obstacles that hindered my toughts. v is all the value that ı've attached
to you and e is for the endings that ı wished and always will. so love is all that ı'm asking for and love is all that ı'm living for...two in love can make it so take my heart and please don't break it altough ı broke your heart ı know

21 Ekim 2009 Çarşamba

seni çok özledim

ne kadar uzun zaman oldu dar sokaklarında bir şehrin senle karşılaşmayalı
gözlerine benliğimi dikip karşında cesurca durmayalı
bulut yüzünde göklere, derin gözlerinde sulara bakmayalı

çok oldu şüphesiz
şimdi yaşadığım bu şehirde sana benzer birine bakmayalı...

seni çok özledim
her gün, çok özledim.

"Beyaz Kalbine" çıkan merdivenlerinde çaldığın ıslıkları duymayalı
Kahve kokulu odalarına girip çıkmayalı...

burda kötü herkes, senin yanındaysa tanımıyordum kimseyi ve zararsızdı herşey...
ve kırılmazdı kalbim
ve kırılmazdı kalkanım..


a Paris...

16 Ekim 2009 Cuma

sen - fon - ik // KONYA

Güzel bir turdayım. Şu, içe yolculuk turlarından biri aslında Konya - Niğde - Nevşehir ve Gaziantep arasında yaptığım. Beethoven'ın 2 numaralı piyano konçertosu İdil Biret'in parmaklarında can bulurken, Bonn'dan Viyana'ya yeni gelmiş bir adamı gözümün önüne getiriyorum telsizde birileri birşeyler söylerken. İlk kez gittiğiniz bir yerde geçirdiğiniz keşif günlerini düşünsenize, hangi sokakta sizi neyin karşılayacağını bilmediğiniz, ilk hevesinizin ciğerlerinizi neşe ile doldurduğu günler... hayat damarlarınızda dolanmaz mı? ALLEGRO CON BRIO.Konya'da hissettiğim tam olarak buydu. "Ne yapabilirim"i keşfetmek yeni bir şehir keşfetmek gibidir. Keşif kısa ve neşeli ya da adrenalin dolu olur. Hep o kabarık saçları ve boynundaki kırmızı fuları ile bildiğimiz adamın, sonraki zamanlarda, en parlağı bu konçerto değil şüphesiz, diye anacağı eser, karşısında kalabalıkları sessiz ve nefessiz bırakıyordu işte. Keşfim beni de mutlu etmişti ancak sonrasında, alana ve yaptığım şeye 'yeni şehrime' aşina olunca içimi bir rutin his kapladı... Gezecek yeni sokak kalmamış meğer. Sakin ve sabit bir şekilde şehirde dolaşmaya devam ettim yine de... Beethoven'ın da sıkıldıkça uzun şapkasını dağınık saçları üzerine yerleştirerek aynı sokakları dolaşmak için dışarı çıktığını, yavaş ve sabit adımlarla şehri arşınladığını hayal ettim, sonra bu tek-düze'nde huzur buluşunu...İdil Biret parmaklarını bu sükunetle piyano üzerinde dolaştırıyordu, Beethoven aynı sükunetle, eli cebinde sokakları dolaşıyordu, ben Konya'da bir yerde, bir koridorda bir yukarı bir aşağı sükunsuz bir sabırla yürüyordum... ADAGIO...
Sonra her şeyi öğrenmek için yeterli bir keşfin dünya üzerinde var olmadığını hatırlayarak adımlarını hızlandırdı Beethoven, evine döndü ve bu son keşfinden mutlu ve emin adımlarla, güne ve bestesine son verdi.
Ara olmuştu ve ilk yarı sorunsuzca bitmişti. Piyanonun başından sakin bir şekilde ve gülümseyerek kalktı. O kollarını açıp tüm alkışları kucakladıktan sonra.. ben kapıları açtım ve fuaye büyülenmiş insanları kucakladı RONDO- MOLTO ALLEGRO

fsa

detaylı bilgi için : http://www.ntvmsnbc.com/id/25009430/

30 Eylül 2009 Çarşamba

İnsan Neyle Yaşamaz?

İnsan ne ile yaşar sorusuna cevap arıyor
çeşitli branşlardan bir sürü sanatçı,
duymuşsunuzdur canım bienali
şu 8 kasımda biten hani....

peki ya insanın neyle yaşamayacağı...ya da yaşayamayacağı...

Her şeyden önce amaçları ile araçlarını karıştıran kişi yaşamaz.
Nefes almaya devam eder belki sadece...
İnsan savaşla yaşamaz.
Savaşarak, çelişerek gelişen, dallanıp budaklanan düşüncelerdir.
İnsan aşırılıkla yaşamaz.
Aşırılık...
Sorumlulukla yaşar insan ama aşırı sorumluluk bitkiye çevirmez mi?
Aşkla yaşar insan ama aşırı aşk, başka aşırılıkları getirmez mi?
Hırsla azimle yaşar insan, ama aşırısı yormaz mı?
Cesaretle göğüsler günleri ama aşırı cesaret kör etmez mi? Ya da aşırı korku...
öldürmez mi?
Sabırla yaşar ve bekler insan, aşırısı yaşlandırmaz mı?
Aşırılık...

İnsan zorunlulukla yaşamaz,
beklemeyle yaşamaz.
Nefes almaya devam eder belki ama işte...

nefes almak değildir ki yaşamak.

...................................................................................

YAŞAMAK:
1. Canlılığını, hayatını sürdürmek:
2 . Sağ olmak
3 . Varlığını sürdürmek
4 . Oturmak, eğleşmek
5 . Geçinmek
6 . Herhangi bir durumda bulunmak veya olmak
7 . Görüp geçirmek, başından geçmek:
8 . Sürmek, devam etmek:
9 . Varlıklı, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek:
10 . Keyfi yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak:
11 . Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek